Tüketim çağına doğmuş insanların ortak derdi: Sahiplikler ve sahipliklerle gelen yükler. Bavullarımız, çantalarımız, dolaplarımız, çekmecelerimiz... Hepsi dopdolu! Sahiplik, yalnızca mekânı değil zihni de işgal eden bir fenomen üstelik.
Tüketim çağına doğmuş insanların ortak derdi: Sahiplikler ve sahipliklerle gelen yükler. Bavullarımız, çantalarımız, dolaplarımız, çekmecelerimiz... Hepsi dopdolu! Sahiplik, yalnızca mekânı değil zihni de işgal eden bir fenomen üstelik. Eva Furnari’nin kitabı, Bay Mucittaş ve Ailesi de sahip olmanın, durup düşünmeden bir türlü fark edilmeyen yükünü anlatıyor bize. Biz bu çağda yaşayan insanlar olarak kabul edilmiş ve yerleşmiş bir sahiplik düzeni içine doğduk. Peki, ya bunun içine doğmadan bu fenomenle karşılaşsaydık, o zaman ne olurdu? İşte Bay Mucittaş ve Ailesi, bize bu olanaklı dünyanın kapısını aralıyor.
Lolo Mucittaş, eşi Zizu ve oğulları Finfo, bir mağarada yaşayan sevimli bir çekirdek ailedir. Her şey yolunda gitmektedir, çok mutlulardır. Ama bir gün, “mutlu olmasına mutlu olduklarını ama o kadar da mutlu olmadıklarını” fark ederler. Bunun sebebini ise mağaranın soğuk ve nemli olmasına bağlarlar ve oldukça becerikli olan Lolo kapısı ve çatısı olan bir ev yapmaya başlar. Zizu’nun sarı rengi sevmesi üzerine Lolo sarı boyayı icat eder ve evi bu renge boyar. Lolo’nun kitap boyunca devam edecek olan bu mucitlik serüveni de böylece başlamış olur. Bir gün giydikleri kürkleri sert bularak yeni ve çeşit çeşit giysiler icat eder Lolo, daha sonraki gün, bu kıyafetleri koyacak yer bulamazlar ve gardırop icat edilir. Sonra artık yerde yatmaktan rahatsız olurlar ve yatağı icat eder... Nihayetinde Lolo ve Zizu sürekli yeni ve “gerekli” icatlarla meşgul olurken; Finfo tüm günü –yine babasının icat ettiği- televizyonun karşısında anne babasını özleyerek geçirmeye başlar. Her yeni icat, bakımı, onarımı ve kullanımı için özel vakit ve çaba gerektirmektedir. Artık yorgun Lolo ve Zizu’nun oğullara Finfo’ya ayıracak enerjileri kalmamıştır. Bir gün tüm aile televizyon karşısında uyuklarken bir anda elektrikler kesiliverir ve Lolo’nun icatları olmadan vakit geçirmek zorunda kalırlar. Tıpkı eski günlerdeki gibi, bir ateşin etrafında oturup konuşmaya, hikâyeler anlatmaya başlarlar... Elektrik gittiği için “mutsuzlardır ama artık o kadar da mutsuz değillerdir”.
Bay Mucittaş’ın hikâyesi ilk bakışta oldukça çekici ve ideal: Elinden her iş gelen, kolayca üreten ve her ihtiyacı karşılayabilen bir mucittir kendisi… Fakat hikâye ilerledikçe Finfo üzerinden görünür ki gündelik hayatlarını kolaylaştırmak için Lolo ve Zizu’nun buldukları çözümler ve ürünler yeni yeni problemlere yol açmaktadır. Eve her yeni gelen eşya bir başka sıkıntı doğurmaktadır. Örneğin, Lolo ve Zizu’nun kürkleri yerine koydukları yeni ve çeşit çeşit giysiler çoğaldıkça, onları bir yerde toplama ihtiyacı hasıl olur, gardırop icat edilir. Her tamamlanma çabası yeni bir eksiliğin habercisi gibidir. Sonunda Mucittaş ailesinin sahip oldukları eşyalarıyla ilişkileri öyle bir noktaya gelir ki eskiden kolaylıkla yaptıkları işleri yapamaz olurlar, bir çeşit “makinaya bağlanmadır” bu.
Sahip olunan eşyalar, önce mekânlarını, sonra vakitlerini alır ellerinden. En sonunda da zihinlerinin çoktan işgal edildiğini fark eder okuyucu. Hayatlarını kolaylaştıracaklarını düşündükleri icatlar, gitgide büyüyen bir sorun yumağına dönüşür sadece. Tam da bu noktada Jean-Jacques Rousseau’nun “özgürlük ve mülkiyet” arasında kurduğu ilişkiyi hatırlamak gerek: Rousseau’ya göre uygarlık, bilim ve sanat aracılığıyla, mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte insanın elinden özgürlüğünü almıştır. Mucittaş Ailesi’nin mağaralarından çıkarak çok daha modern bir eve, banyoya sahip olmalarını, bugün yaşadığımız konfora ulaşmalarını bu şekilde formülize edebiliriz. Konfor karşılığında özgürlüklerinden feragat etmişlerdir. Ve Furnari’nin ima ettiği üzere; Mucittaş Ailesi’nin hayatlarını kolaylaştırmak için sahip olmak istedikleri tüm eşyalar, onları en başta bulundukları durumdan, en yalın hallerinden uzaklaştırıp kendilerine yabancılaştırmıştır aslında.
Kaynakça
Furnari, Eva. Bay Mucittaş ve Ailesi. Damla Kellecioğlu (Çev.). İzmir: Tudem, 2017.