"Gerçeklikten yalıtılmamış anlatımlar, çocuğun gerçekle kurduğu ilişkiye zarar vermeyecek, politik ve toplumsal bir özne olarak çocuğun kimlik oluşturma sürecinde temel rol oynayacaktır."
UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı ilan edilen 1979 yılında Arkadaş Yayınlarının projesi olarak ayrı bir çocuk kitabı olarak tasarlanan ve bir milyon adet basılan Arabalar Beş Kuruşa kitabı, ortaya çıkış öyküsüyle de çocuk-para ve kitap-para ilişkisini yeniden düşünmeyi gerekli kılar. Zira kitap, çocukların evlerinden getirdikleri gazetelerin SEKA’da beyaz kâğıtlarla değiştirilmesi yoluyla hiç para harcanmadan basılabilmiştir.[1] Her ne kadar sonraki sene 12 Eylül yönetimi kitabın dağıtımını yasaklasa da kitabın içindeki öyküler bugün de çocuk, genç ve yetişkin okuru yakalamaya devam etmektedir. Problem odaklı çocuk edebiyatı adı altında ayrı bir türden bahsedilen günümüzde çocuklar bu kadar üzücü hikâye okumalı mı sorunsalı da hâlâ güncelliğini koruyor. Beverly Lyon Clark’a göre çocuk edebiyatının ne olduğu ne kitap evlerinin çocuk kitabı reyonlarında satılanlarla belirlenebilecek kadar ne de çocuk ya da genç okurun okuduklarından yola çıkılarak anlaşılabilecek kadar basittir. Belirli bir tanım yapmanın zorluğu karşısında bu yazıya da dayanak oluşturacak birkaç önemli görüş şöyle sıralanabilir: Öncelikle çocuk edebiyatı hem yetişkinler hem de çocuklar için yazılmıştır (Aktaran Gubar 96). Yetişkinler için yazılmış kitaplardan farklı olarak metin, çocuk okura seslenir. Öyle ki yazarın niyetinden bağımsız (yazar özellikle çocuk ya da genç okur için yazmamış olsa bile) çocuk/genç okuru metne davet eden kurgular yine bu kategoride ele alınır (209). Çocuk edebiyatının akademik bir alan olarak ortaya çıktığı 1970’lerden bugüne bir çocuk edebiyatı tanımı yapma gereğini sorgulayan araştırmacılar ise hali hazırda var olan metinleri, edebi türleri ve dönemleri belirli edebiyat kuramları çerçevesinde ele alan araştırmaların önemine dikkat çekmekteler (210).
Gerçekten de çocuk edebiyatının ne olup olmadığından – ve hatta ne olması gerektiğinden – çok metinlerin edebi değerini ortaya çıkaran analizler edebiyatı, metinlerin maruz kaldığı kısıtlayıcı tanımlardan da kurtaracaktır. Bu yazıda çocuğun parayla kurduğu ilişki temel haklar çerçevesinde ele alınırken, bahsi geçecek öykülerin çocuk okura nasıl seslendiği de incelenecektir. Kitaptaki beş öyküden Sabahattin Ali’nin “Arabalar Beş Kuruşa” ve Yaşar Kemal’in “Kalemler” öyküleri çocukların temel haklarının ihlal edildiği gerçekliği üzerine kurulu, çocuk/genç ve yetişkin okura seslenen edebiyat metinleri olarak değerlendirilmektedir.
Toplumsal sınıf dinamikleri ve çocukluk: “Arabalar Beş Kuruşa”
2016 yılında Doğan Kardeş serisinden Üç Öykü adıyla yeniden yayımlanan Sabahattin Ali kitabının öykülerinden biri, geçimini kaldırımda oyuncak araba satarak sağlayan bir çocuğun hikâyesinin anlatıldığı “Arabalar Beş Kuruşa” adlı öyküdür. Annesinin sesi çok çıkmadığı için okuldan arda kalan zamanlarında onunla araba satmaya sokaklara çıkan ve bir oyuncakçı vitrininin önünde zengin sınıf arkadaşıyla karşılaşan çocuğun yaşadıkları elbette fazlasıyla üzücüdür. Ne var ki toplumcu gerçekçi kimliğiyle Türk edebiyatında önemli bir yere sahip yazarın okura sunduğu bu toplum portresi öykünün yazıldığı zamandan neredeyse bir asır sonra bile değişmiş değil. Çocuklarını edebiyatın “hassas” konularından korumak (!) isteyen yetişkinlerin karşısında metinde anlatılandan çok daha kötüsünü sunabilen bir hayat var. Tam da bu sebeple çocukların hak ve adalet kavramları çerçevesinde bir yaşam muhakemesi yapabilmelerine olanak sağlayacak bir edebiyat hem çocuk hem yetişkin okur için önemli bir ihtiyaç olarak belirmekte.
Metinde anlatıcının yalın dili tasvire dayalı bir anlatım kurarken, okuruna temel gerçekliği yoksulluk olan bir çocuk karakter portresi sunar. Anlatının hemen başında çocuğun fiziksel görünüşündeki farklılık yoksulluk vurgusu yapılmadan verilir: “Çocuk sekiz yaşında vardı, fakat ilk görüşte altı yaşından fazla denilemezdi. Zayıf ve minimini idi. Sonra, hiç durmadan bağıran sesi küçük bir kızın sesi gibi ince ve titrekti. “Beş kuruşa!” derken “ş”lere basıyor ve dudaklarının arasından onları ezerek çıkarıyordu” (7). Bu noktada sokakta çıkardığı sesle varlık bulan çocuğun annesiyle birlikte para kazanmaya çalışması birçok temel hakkın güvence altında olmadığını gösterirken, toplumun temelinde yatan bir aksaklığın da altını çizer: “Çocuklar, sessiz kitleler, sözü olmayanlardır” (Demiral 54). Ancak yerde duran oyuncak arabaları satmak için bağıran çocuğun sesi, sınıfsal bir aşağılanmaya maruz kaldığında ya da omzuna şemsiyeyle vurulduğunda çıkmaz. Annenin de benzer şekilde sessiz kalması, kötü muameleye tepki göstermeyip başını önüne eğmesi sınıflar arası çatışmanın sessiz dinamiklerini de göz önüne serer. Temel haklar hususundaysa okur, annenin çocuğunu bırakacak bir başka kişi bulamadığı çıkarımını yapabileceği gibi çocuğun eğitim hayatına devam edemeyeceği öngörüsünde de bulunabilir. Öykünün ilerleyen kısımlarında çocuğun okula gittiğini, ancak gaz maliyetinden dolayı gündüz ışığında sadece bir iki saat çalışabildiğini öğrenir. Temel eğitim hakkına sahip olsa da bireyin kendini gerçekleştirme imkânlarından yoksun bırakılması vurgulanırken çocuk hakları ve bu hakların ihlalleri karşıtlıklar üzerine kurulu bir anlatımla aktarılır.
Bulundukları köşenin biraz ötesinde parlak vitrinli bir tuhafiye mağazası vardı (…) bilhassa çocuklar bu parlak camekânların önünde durup, orada bir köşeye, ustaca bir karmakarışıklık içinde yığılmış oyuncaklara gözlerini dikiyorlar; sonra, mahzun bir tavırla yollarına koyulunca karşılarına çıkıveren tahta tekerlekli arabalara dudaklarını kıvırarak ve adeta hayallerindeki vitrinden kalan güzel şekilleri bozuyormuş gibi canları sıkılarak bakıyorlardı. (7-8)
Burada beliren vitrin oyuncağı-tahta oyuncak karşıtlığı toplumsal sınıf dinamiklerini ve zengin-yoksul gruplar arasında süregelen çatışmayı görselleştirir. Hikâyede araba satan çocuk ve arabadan inen zengin çocuk arasındaki konuşmalar bu çatışmayı daha da tırmandırır. Zengin çocuğun “yumuşak lacivert palto”su, yün eldiveni, cebinden çıkardığı badem ezmesi, beyaz tozlukları gibi detaylar ve satıcı çocuğun gaz masrafından dolayı geceleri çalışamadığından bahsetmesi aslında sokakta birbirlerinin ellerinden tutan iki çocuğun iki farklı dünyaya ait olduklarını gösterir. Daha da önemlisi sınıfta arkadaşının yanında oturmayı isteyen çocuğun annesi tarafından kolundan çekilerek arabaya bindirilmesi gelire, statüye ve sınıfa dayalı bu farklılığı yetişkinlerin yarattığını da ortaya çıkarır. Toplumda bireyler ve gruplar arasında oluşan hiyerarşik yapıların dönemsel ideolojilerden beslenen doğası, çocuğun çevresindeki herkesle kolaylıkla girdiği dolaysız iletişimi engeller.
Çocukluk çalışmalarının görece yetersiz sayıda olduğu ve akademik çalışmaların çocuk eğitimi ve çocuk psikolojisi alanlarıyla sınırlı kaldığı düşünüldüğünde, çocuk edebiyatı metinlerinin okuru çocuk sosyolojisi, çocuk hakları, çocuk özne gibi çalışma alanlarına yönlendirmesi ve “çocukluk kavramının sosyal bir inşa” olduğunun düşünülmesi kaçınılmazdır (Demiral 52). Öyküdeki “kürk mantolu” kadının satıcı çocuğun omzuna şemsiyeyle vurarak kendi oğlundan ayırması ve aynı “seviye”de olmayanlarla bir arada bulundurduğu için okul yönetimine sinirlenmesi çocuk dünyasına sızmış yetişkin gerçekliğinin ne kadar hırpalayıcı ve ayrımcı olduğunu da örneklendirirken, çocukluk kavramının sınıfsal dinamiklerden ne derece etkilendiğini de ortaya çıkarır.
Toplumsal yaşamın bir parçası olarak çocuk: “Kalemler”
Sabahattin Ali’nin kıyafet ve nesneler dolayımıyla kurguladığı sınıf ayrımı benzer bir sosyolojik okuma sunan Yaşar Kemal’in “Kalemler” öyküsünde de göze çarpar. On yıldır İstanbul’da çöpçülük yapan Rüstem Çavuş’un çöplükten çıkarıp sabunlu suyla yıkayarak eve getirdiği kalemler, ilkokul beşinci sınıfa giden kızı Neriman için bir övünç kaynağıdır: “Bu çocukların her bir şeyleri vardı. Cicili elbiseleri, güzel çantaları, her gün gelip onları okul kapısından alan otomobilleri vardı… Vardı ama, hiç kimsenin, babalarının kalem dükkanlarında bile hiç kimsenin bu kadar çok kalemi yoktu” (23). Bu övünç, sonrasında küçük kızın kalemlerini okulda herkese gösterme isteğine dönüşür. Kalemleri babasının çöpten çıkardığı gerçeğinden utanan, babasının satın aldığı yalanından da kaçınan kız, kalemleri okula götürmenin bir yolunu bulmak için uğraşır. Kırtasiyesi olan Erol Abi’yi hayalinde dayısının oğlu ilan eder ve kalemleri onun getirdiğini söyleyerek okulda tüm arkadaşlarına dağıtmaya başlar. Neriman’ın heyecanına karışan ürkekliği, kalem dağıtma coşkusunu gölgeleyen yakalanma korkusu anlatının temel izleğini oluşturur. Okur, Neriman’ın mutluluğunun kısa süreli olduğunu sezerken Rüstem Çavuş’un çiçeklerle süslediği bahçesinin de kolaylıkla dağılabileceğini hisseder. Anlatının bu tekinsiz tonu yoksulluk gibi ağır bir sosyolojik temanın edebiyatın estetik yönünü gözeten bir dille aktarılır. Beyhan Kanter’in “Etik ve Estetik Bağlamında Çocuk Edebiyatının Sosyolojik Boyutu” adlı makalesinde de belirttiği gibi çocukluk sosyolojisinin inşasında “çocuksu gerçekliğin” dikkate alındığı bir estetize etme çabası büyük önem arz etmektedir. Her ne kadar “Kalemler” öyküsü salt çocuk okur için yazılmış bir çocuk edebiyatı metni olmasa da Neriman’ın kalem dağıtma heyecanının çocuk karakterin bakış açısından sunulmuş olması çocuk gerçekliğini her yaştan okura görünür/anlaşılır kılmaktadır. Çocuk edebiyatı çalışmalarının felsefe ve sosyoloji gibi alanlarla temas içinde disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınması edebiyatın toplumsal kimlik yaratma sürecindeki rolüne de işaret eder. Bu bağlamda yoksulluk, savaş, göç gibi derinlikli konuların edebi metinlerde çocuk gerçekliğinin içerisinde estetik bir anlatımla yer bulması, çocuk okuru “toplumsal yaşamın katı gerçekliğine hazırlayacak” ve toplumsal dinamikleri sorgular hale getirecektir (Kanter 569). Aynı zamanda bu tür metinlerle bir okuma kültürü oluşturan çocuk okur “duyarlı biçimde yetişkinliğe” geçiş yapabilecektir (Şirin 24). Neriman’ın sadece okulda arkadaşları arasında resmedilmemesi, evde babasıyla girdiği diyalog ve Rüstem Çavuş’un mesleğiyle alakalı verilen detaylar çocuk öznenin sadece çocuk değil toplumsal yaşamın bir parçası olarak verilmesine de örnek teşkil etmektedir. Gerçekten de Yaşar Kemal, Neriman’ın yer almadığı satırlarda bile çocuğun toplumda nerede konumlandırıldığını göstermektedir: “Rüstem Çavuş kalemleri de paylaşalım diye çok ısrar etmiş, fakat çöpçü arkadaşlarına kabul ettirememişti. Onun çocukları vardı ve çocuklar okuyorlardı. Bey, Hanım olacaklardı. Yüz yılda, yüz yılın her günü de buradan yüzlerce, binlerce kalem çıksa kalemlerin hepsi Rüstem Çavuş’un çocuklarının olacaktı” (22).
Yine anlatıda toplumun yoksullukla mücadele eden kesiminin kurtuluşu eğitimde görmesi yine sosyolojik bir okumayı gerekli kılarken birey kimliği ile eğitim ve neticesinde daha “saygın” meslekler arasındaki ilişkiye de dikkat çeker. Rüstem Çavuş’un arkadaşları çöpçü olarak elde edemedikleri toplumsal statükoyu sonraki nesil kazanabilsin diye uğraşmakta, kendi kimliklerini daha da silik hale getirmektedirler. Öykünün anlatıcı karakterinin “İşte bir çöplüğün bir şehrin bütünüyle karakterini taşıdığını Rüstem Çavuş arkadaşımla birlikte gittiğimde, bu çöplüklerde gördüm,” (21) demesi çöplüklere sıkışmış kalmış kimlikleri ve kimliksizleşme karşısında Neriman’ın okulda var olabilme çabasını yansıtması açısından oldukça önemlidir.
Neriman’ın okuldaki mutlu anlarının sonunu getiren ise bir okul arkadaşının kalemini Neriman’ın kalemleri içerisinde gördüğünü söyleyerek onu hırsızlıkla suçlaması olur. Tüm kalemlere el koyan Başöğretmen, okulda kalemini kaybeden öğrencilerin odasına gelmesini söyler. Kapısının önü öğrencilerle dolunca da Neriman’ın hırsızlık yaptığına kendisini inandırması zor olmaz. Neriman, Başöğretmenin tüm sıkıştırmalarına, anne ve babasının işin doğrusunu anlatması yönünde telkinlerine rağmen kalemlerin çöpten çıkarıldığını söylemek istemez. Bu gerçeğin ortaya çıkmaması karşısında hırsız olarak anılmayı tercih eder. Çocuk dünyasının bu çabuk incinen ve toplumsal kimliklerden kolay etkilenen doğası, okul yönetiminin ve Başöğretmenin katı tutumu ve bireyi hiçleştiren ahlakçılığı karşısında derin yara alır. Çocuk karakterin yetişkin dünyasında böylesine savunmasız bırakılışı kaçınılmaz olarak mutsuz bir son yaratır. Ne var ki metin çocuk okuru sadece çaresizlikle ve toplumun acımasız kesimleriyle yüzleştirmez. Çöplükten çıkan kalemleri Neriman’ın hakkı sayarak almayan çöpçüler de toplumun bir parçasıdır, hanımelleriyle bezeli çitlerin ortasına elleriyle kendi evini inşa eden Rüstem Çavuş da. Dahası okulda Neriman’a diş bileyen çocuklar da Rüstem Çavuş’un bahçesindeki çiçekleri yolan çocuklar da toplumu oluşturan unsurlardandır. Böylelikle bir edebiyat metni çocuk gerçekliğini içerisinde sadece iyi kalpli insanları barındıran mutlu sonlu bir hikâye olarak anlatmaktansa toplumsal gerçekliği çocuksu gerçekliği önceleyen estetik bir anlatımla çocuk okura sunar. Çocuk özne içerisinde büyümekte olduğu toplumu Kemal’in sarsıcı anlatımında her yönüyle ve tüm renkleriyle tanır.
Sonuç yerine
Arabalar Beş Kuruşa kitabının 2000 baskısına yazdığı giriş yazısında Bülent Özükan, Selçuk Demirel, Tan Oral, Haslet Soyöz, Yılmaz Aysen, Deniz Oral ve Nezih Danyal gibi değerli çizerlere teşekkür ederken, 1979’dan 2000’e çocuklar için yapılan “kocaman hiç”ten yakınır. Çocuk duyarlığı ile kaleme alınan her hikâyenin çocukların hayal dünyasını zenginleştireceğini ve geleceğin duyarlı yetişkinlerini yaratacağını düşünürsek bu hiçliğin karşısında adalet, hak, emek kavramları etrafında şekillenen eşitlikçi bir okuma deneyiminin daha adil bir dünya özlemi çeken okurlara yeni kapılar açacağı söylenebilir. Çocukları yaşamın katı gerçekliğinden “korumak” isteyen yetişkin bakış açısının çekinceli yaklaştığı öyküler sosyolojik analiz yapabilen, kendi kimliğini inşa sürecinde kendisine dışarıdan etrafındakilere ise empatiyle bakabilen çocuk öznelerin yetişmesinde yadsınamaz bir öneme sahiptir. Bu bağlamda gerçeklikten yalıtılmamış anlatımlar, çocuğun gerçekle kurduğu ilişkiye zarar vermeyecek, politik ve toplumsal bir özne olarak çocuğun kimlik oluşturma sürecinde temel rol oynayacaktır.
Kaynakça
Demiral, Seran. “Çocukluk Konumunu Politik Bir Pratik Olarak Düşünmek”. Çocukluk Düşüncesi, Cogito, 108: (52-
67), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2022.
Gubar, Marah. “On not defining children’s literature”. PMLA (Publications of the Modern Language Association of
America), 126 (2011): 209-216.
Yaşar Kemal. “Kalemler”. Arabalar Beş Kuruşa. Bülent Özükan (Ed.). İstanbul: Boyut Matbaacılık, 2010.
Kenter, Beyhan. “Etik ve Estetik Bağlamında Çocuk Edebiyatının Sosyolojik Boyutu”. Türk Dili Dergisi Çocuk ve İlk
Gençlik Edebiyatı Özel Sayısı, 756, (2017): 569-575.
Sabahattin Ali. “Arabalar Beş Kuruşa”. Arabalar Beş Kuruşa. Bülent Özükan (Ed.) (2010). İstanbul: Boyut
Matbaacılık, 2010.
Sabahattin Ali. Üç Öykü. Sedat Girgin (Res.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016.
Şirin, Mustafa. Ruhi. Çocuk, Çocukluk ve Çocuk Edebiyatı. İstanbul: Kapı Yayınları, 2016.