Kritik

Dünyanın Ta Kendisine Çocukları Katmak: Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi

İkinci Yeni şairlerinden biri olarak bilinen Cemal Süreya 1984 ve 1985 yıllarında Çocukça dergisinde "Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi" isimli bir köşede on iki serüvenden oluşan bir dizi yayımlar.

İkinci Yeni şairlerinden biri olarak bilinen Cemal Süreya 1984 ve 1985 yıllarında Çocukça dergisinde "Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi" isimli bir köşede on iki serüvenden oluşan bir dizi yayımlar. Yapı Kredi Yayınları’nın Doğan Kardeş dizisinden aynı isimle çıkan bu yazıların derlemesi ise öykücüklerin dışında Süreya'nın Günler ismiyle yayınlanan günlüğünden çocuk edebiyatı üzerine notları ve bir de kitabı hazırlayan Necati Güngör'ün yapmış olduğu söyleşiden oluşur. Süreya'nın çocuk edebiyatına karşı bakış açısındaki farklılıktan başlayarak ayrışan ve metinleri anlık kurgulara dayanarak kaleme alınmış özgün kısa öykülerden oluşan bu kitaba temelde çocuklara hayata ve edebiyata karşı özgürleştirici ve eleştirel bir bakış geliştirebilmenin ilk itici gücü yüklenmiş gibidir.

Doğan Kardeş dizisince serüven olarak adlandırılmış bu metinlerin kimileri öykü formuna oldukça uygun kaleme alınmışken kimileri okurla söyleşme edası taşıyan daha çok denemeye yaklaşmış metinlerdir. Köşenin ilk yazısı olan "Lacivert İpek Helikopter" ve "Gülmek", köşede yayımlanan yazılarla okur arasında bir bağ kurmak amacıyla baştan itibaren geliştirilmiş bir üst kurmacayı ortaya koyar. Süreya'nın köşenin anlatıcısını kurgulamış olduğunu, bu öykülerdeki "pırasaya gözlük takılmış" bir adam olarak bahsettiği ve ona köşede neler yazabileceği konusunda yol gösteren bir bilge kişiyle kurduğu temaslarla belli eder. Köşe boyunca okuru muhatap alan anlatıcı yazarken ne gibi noktaları göz önünde bulundurduğunu ve bu köşeyle çocuklara nasıl bir evren çizmeye çalıştığını bu "bilge pırasa adam"la anlatıcı arasında geçen diyaloglar aracılığıyla okura ulaştırır. "Ayrı bir çocuk edebiyatı olmaması kanısındayım... Edebiyat vardır. Çocuklar da ondan kendilerine göre kopartabildiklerini alırlar. Çocuğu küçümseme yatıyor çocuk edebiyatı sözünde" (haz. Güngör 9-10) fikriyle bu yazılara ve köşeye yaklaşan Süreya'nın bu köşedeki anlatıcısı da bilge pırasa adamla diyaloglarında benzer görüşleri ortaya koyar. Metinlerin âdeta mottosu haline gelen ve okurlarını sürükleyip götürmek isteyen bir tavır hâkimdir bu iki öyküye. Nasıl yazabileceğini bilmeyen bir yazara pırasa adamın verdiği ilk tavsiye şöyledir: "Yalnız şunu unutma: Çocuklar her şeyi anlar. Her şeyden söz edebilirsin onlara. Enflasyondan bile" (26). Köşenin okuru da burada kurgulanmıştır artık; çocuk oldukları için yalnızca bazı şeylerle ilgilenip "büyüklerin dünyasına" karışmayan, karışmak için büyümeyi bekleyen bir grup yerine o dünyaya çocuk gözlerle bakıp ona dair her şeyi anlamasa da her şeyi anladığına inanan, en önemlisi de anlamak isteyen bir çocuk okur.  Öyle ki bu çocuklara savaşlardan da, çevre kirliliğinden de, Türkiye'nin İran ve Irak'a domates satışından da söz etmek mubahtır bu köşede. Bu gibi konuları gündeme getirerek aslında bu tip öykülerle diğer birçoğunda olduğu gibi bir öğreticilik misyonu da edinmiş olur köşenin anlatıcısı. Ancak yine de uyarı alır bu konuda, "bilgiçlik taslayan şeyler yazma. Serüvenlerden, düşlerden de söz et" (a.y.) diyerek köşenin asıl amacını da ise şu cümleyle ortaya koyar: "Senin işin onlarda okuma tadı yaratmaya çalışmak" (27). Yazının üstkurmacalığı ise anlatıcının bu öyküye dâhil oluşuyla olduğu kadar ilk yazının bu diyalog sonunda oluştuğunu ifade etmeleriyle tamamlanır. "Gülmek"te ise gülmenin önemi yine gözlüklü pırasa adamla aralarında geçen diyalogla belirtilir ve köşenin tamamına hâkim olan öğreticilik ve duyarlılığın bir arada ilerlemesi gerektiği fikri de "Daha içten olamaz mısın? Küçük şeyleri işleyeceksin. Küçük şeyler önemlidir. Ama hepsi de gerçeğe dayanmalı," cümleleriyle desteklenir. Okurun hem hayatın gerçekliğini sahip olduğu çocuk benliğiyle algılaması hem de kendini geliştirmesi aynı anda önemli hale gelmiştir.

Bu birbiriyle bağlantılı iki öykü dışında köşede, birbiriyle bağlantısı bulunan başka öyküler bulunmamakla birlikte temas ettiği noktalarla ve yazım tavrıyla birbirine yaklaşmış yazılar da bulunur. "Behçet Necatigil", "Altı Kitap", "Dört Büyük Şair" ve "İki Annesi Vardı" isimli dört yazı; biçimsel açıdan birbirlerinden ayrışan fakat edebi bakışı kuvvetlendirmeyi hedefleyen ve okuma alışkanlığını pekiştirmek isteyen metinlerdir. Bu üçüyle birlikte çocuklarda bahsi geçen kişi ve kitaplara dair merak uyandırılmak istenirken aynı zamanda bir entelektüel sermaye oluşturulmaya çalışılır gibidir. "Behçet Necatigil" yazısı düzyazı formu yerine dizeleri seçmiş ve şiirsel anlatımı da metne dahil etmiş bir anlatıcının ürünüdür. Tahkiyeye dayalı olması kadar şair kimliğini de ön plana çıkarmış bir anlatıcının sesini duyar okur. Çocuklar anlasın diye çocuklaştırılmış bir metin yerine onların aşina olduklarını kullanarak oluşturulmuş bir şiirsellik içeren mısralardan oluşur: "Saniyeler evin beş halini söylesin/ Ev, Eve, Evi, Evde, Evden/ Dakikalar bizi söylesin/ Ben, Sen, O, Biz, Siz, Onlar" (30). "Altı Kitap" ise anlatıcının çocuklara mutlaka okumasını tavsiye ettiği ve onları özendirdiği Küçük Prens, Kırmızı Balon, Alis Harikalar Ülkesinde, Define Adası, Gülliver'in Yolculukları ve Robinson'u konu alır. Burada okurla söyleşen bir anlatıcı hâkimdir ve "(...) okuyacaksınız değil mi? Yoksa bozuşuruz ha! Bozuşuruz ne olur demeyin, sizin adınıza ben bir kez daha okurum o kitabı" (33) diyerek bilgiçlikten dostluğa bir bağ kurar. Dostluklarını pekiştirmesi ise "Bunları söylüyorum ya aslında elinize ne geçerse onu okuyun. Ya bir şey geçmezse... O zaman da oturun bana mektup yazın." (34) tavrıyla gerçekleştirilir. Okumaya ve yazmaya teşvik eden bir anlatıcı olmanın yanı sıra bir de önerilerle okuma alışkanlığı edinirken çocukluktan itibaren entelektüel bir sermaye edinmelerine ön ayak olmaya çalışır. Hem tavsiye eden bir büyük hem onlarla dertleşen bir akran edasını taşıyan bu deneme tipli yazılara yine diyaloğa dayalı bir anlatımla "Dört Büyük Şair"i ekler Süreya. Dört büyük şairin anma günlerinin gerçekleştirildiği iki ayı çocuklarla da paylaşmayı doğru bulur. Kurguladığı bir çocukla söyleşircesine yazdığı bu yazıda anlatıcı bilgi veren pozisyonunu korur ve Yahya Kemal Beyatlı, Namık Kemal, Ahmet Haşim ve Orhan Veli'den söz açar. Haklarında kulaktan dolma bilgilere sahip olan çocuğa daha detaylı ve "büyüklerin dünyası"na ait bilgiler verir. Merak duygusunu güçlendirerek onları okumaya teşvik eder. Dört büyük şair derken de şu bakışı yerleştirmeyi âdeta görev bilir: "Büyük şairleri sıraya koymak doğru değil. Yarış atı değil ki onlar birinci, ikinci, üçüncü diye ayıralım" (41). Özellikle öğretim politikalarındaki derecelendirmeyi ve okuru yabancılaştırmayı eleştirir bir tavırla Haşim'in bir dizesine yer verdikten sonra kendisine dilini eski bulduğunu söyleyen çocuğa şu karşılığı verir: "Bugün senin anlayacağın dilde yazılmış şiirleri de vardır. Onları oku" (a.y.). Yine Homeros'un İlyada'sında yaşayan ve takip edilebilir şairler olarak gördüğü Edip Cansever, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Hilmi Yavuz gibi isimleri de eklerken Çocukça okurunun entelektüel sermayesini beslemeyi sürdürmüş olur.  Öte yandan "İki Annesi Vardı", Ahmed Arif'in yaşamının bir kesitine değinen ve deneme tarzına en yakın ben anlatıcının tercih edildiği bir yazı olarak ise farklı bir noktaya temas eder. Üvey annesi olan ve onu da çok seven şairi örneklerken kullandığı dil tepeden konuşan ve uzak bir ses değil, aksine; hümanist bir tavır içeren, yaşama sevinci barındıran cümlelerdir. Anne ve baba figürlerinden birinin kaybı üzerinden kurulmuş cümlelerini şu sözler takip eder:

Ama onlardan biri yok olmuşsa ya da herhangi bir nedenle yanımızdan gitmişse, yeni gelen kimsenin de insan olduğunu unutmamalıyız. Masallardaki ve öykülerdeki üvey ana, üvey baba tipleri bizi yanlış düşüncelere götürmemeli. Bir insan bir yakın kişi olarak görmeliyiz onu. Kendi üstümüze düşeni yapmalıyız. Unutmayalım her şey karşılıklıdır. Sevgi sevgiyi çeker. Her şeyi karşımızdakinden beklemeyelim. Bir adım da biz atalım. (45)

Üvey aile fertleriyle huzurlu bir ilişki kurabilmenin beş yolunu da bu yazının sonuna ekler ve çocukların içine sevgi ve umut aşılamaya devam eder.

Kitabın geri kalan beş hikâyesi ise farklı konulara değinerek öğretici yanı ağır basan ve hayalî, detaysız kahramanlarla söyleşen bir anlatıcının hâkim olduğu metinlerdir. "Ceren Doğan'la Konuştum" metni bunların içinde kurgusu bakımından benzerlik taşır; fakat bir hayalî okurun metne dâhil oluşu ile ötekilerden ayrışır. Bu yazı herhangi bir müdahale içermeksizin yalnızca bir birinci sınıf öğrencisinin örnek misali metne dahil oluşuyla şekillendirilmiştir. Çocukların kültürel yaşamda nerede durduklarını ortaya koymak ister gibi bir soru tercihini içerir bu kurgu-söyleşi. “Harf nedir” diyerek başlar, okul hayatı, okuduğu kitaplar, izlediği çocuk dizileri ve filmlere dair sorularla devam eder. En belirgin alt mesajı Ceren'in bu dizi ve filmlerde ya da okulda eleştirdiği bir yan olup olmadığı sorusuyla ortaya konur. Gördüğü üzerine düşünen, fikir üreten, onu eleştirebilen bir "birey-çocuk" var etmek ister âdeta anlatıcı. Bu tavır aslında kitabın tamamına ait bir tutumdur ve bahsi geçen tüm hikâyelerde öyle ya da böyle ortaya farklı biçimlerde konur.

Çocukların kendi bakış açılarıyla dünyayı kavramaları arzusu, yazarın onlara öğretilenleri algılama biçimlerini de özelleştirme arzusuna dayanır. "Renkler Ölmüyordu" öyküsünün kahramanı çocuk, sosyal hayatla öğrendiklerini birleştiren bir kahraman olarak okurun önüne çıkar. "Bir an tüm ders kitaplarının sokakta yürüdüğünü düşündü. İşte şu adam cebinden para çıkarıyor, karşılığında büfeciden kağıt mendil alıyor. Sosyal Bilgiler'den çıkmış ikisi de. Konuşunca Dilbilgisi çıkıyor ortaya. Büfeci paranın gerisini adama veriyor: Bu da Aritmetik" (65). Böylelikle okulu bir okuldan çok hayatın kendisi gibi görmeleri mesajını vermekle kalmaz, hayatın da bir okula dönüşebileceğini vurgular gibidir. Bu ve diğer öykülerdeki anlatıma hâkim olan üslup da dikkat çekicidir. Süreya, herhangi bir kaygı gütmeksizin şairane bir edayla kaleme alır aktarmak istediklerini ve anlaşılacağına baştan beri olduğu gibi yine emindir. "Taze gazete kokusu. Birinci sınıfta alfabe kokusu. Hava soğuktu, ama yaşamanın şu anda şu caddede yürüyor olmanın bir sıcaklığı vardı... Bir adam öksürüyordu. Bin yaşında bir öksürük" (64). Bu öyküde edebi türlerin tanımlamalarını yaptığı kısımlar oldukça çarpıcıdır. Çocukların zihinlerinde şekillendirmeye çalıştığı bir kavramlar dizisi gibi oradadırlar. "Otobüsler tıklım tıklım dolu. İçlerinden her insan ayrı kişi; ayrı özlemleri var hepsinin, Roman olmuyor mu bu? Peki Şiir ne? Bütün bunların hepsinin kendisinde uyandırdığı karışık ama güzel duygu mu yoksa?" (66). Kendince tanımlamalar hayata bakıp kavram ve öğretileri içselleştirmenin yolunu bulmalar için âdeta yol göstericiler gibi konmuştur edebiyatla birlikte çizilen bu yolda bu köşede. "Yılbaşı Gecesinde İller", "Issız Ada", "Ünlü Ressam" ve "Reklamlar" öyküleri de benzer bir çizgide ancak her biri özgün ve ufuk açıcı, yeni bakış açıları edinmeyi mümkün kılan en çok da eleştiri kabiliyetini, öznel bir perspektiften dünyaya bakıp kendi kavrayışını geliştirmeyi bir alışkanlık haline getirmeyi hedefleyen metinler gibidir.

Süreya'nın "alışılmadık imgeleri alışılmadık biçimlerde" ortaya koyuşunun “çocukça” halidir Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi. On iki farklı renkli dünyanın farklı biçimlerle ortaya konduğu bu dergi köşesinin bir derlemesi olarak kitap, yazıldığı yıllardan günümüze dek hâlen çocuklara farklı bakış açıları kazandırıp kişiliklerinin gelişmesinde önemli rol oynayan, yerleşmiş sistemin dışında eleştirel bir bakışla kendilerini ortaya koyma ve geliştirmelerinin yolunu açan, en önemlisi de edebiyat ve okuma sevgisini Cemal Süreya gibi bir kalemden beslemenin şansını taşımalarına ön ayak olan bir muhtevaya sahiptir. Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi'de çocuk edebiyatı, çocukların anlayabileceği biçime indirgenmiş sınırlı bir yaşam olmaktansa yaşamın içine çocukları dahil edebilmeyi öne çıkarmış, onların birey olma serüvenlerini renklendirip geliştirmeyi hedeflemiş bir zihnin ürünüdür. 

 

Kaynakça

Süreya, Cemal. Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2017.