Her metni elbette ama özellikle çocuklarla ilgili metinleri daha titizlikle ele almak gerektiğini düşünenlerdenim. Bu sebeple ilk olarak pedagojik açıdan yaş grupları bizim için önemli oluyor. Metinleri hedef kitlenin yaş grubuna göre ayırıyoruz.
Her metni elbette ama özellikle çocuklarla ilgili metinleri daha titizlikle ele almak gerektiğini düşünenlerdenim. Bu sebeple ilk olarak pedagojik açıdan yaş grupları bizim için önemli oluyor. Metinleri hedef kitlenin yaş grubuna göre ayırıyoruz. Kullanılan imgeler, imalar, cümlelerin uzunluğu, konunun bütünlüğü, sonuca ulaşılan yoldaki heyecan unsuru… Tüm bunlar yaş grubuna göre düzenleniyor.
Çocuk yazını söz konusu olduğunda genellikle yazarlar ve metinleri ön plandadır. İşin yayıncılık boyutu çok fazla gündeme gelmez. Bir çocuk kitabının yayım serüveni nasıldır? Bir metni yayıma hazırlarken siz nelere dikkat edersiniz?
Aslında genel olarak yayıncılık böyle. Yaklaşık 13 senedir haberden reklama, akademik makaleden masala, politikacılar için hazırlanan konuşma metinlerinden senaryoya kadar her türden yazının hazırlandığı bir dünyanın içindeyim. Yazmak, bir şeyi yazarak ifade etmek, yazan kişi için de çevresi için de bir “ayrıcalık” duygusunu beraberinde getiriyor. Bu duyguyu normalleştirebilense az. Bu sebeple “yazar” ön planda ve emek süreci paylaşılsa da sonuç paylaşılmıyor. “İşin yayıncılık boyutu” dediğiniz nokta metin kısmından önce başlıyor. Yayınevlerine dosya genel olarak iki şekilde geliyor. İlki, yazar dosyasını hazırlıyor ve yayın teklifiyle yayınevine gönderiyor. İkincisinde ise yayınevi bizzat yazara konu ve kitap önerisiyle gidiyor. Her ikisinin de temel zemini, yayınevinin politikası. Editör açısından ise süreç daha katmanlı ve karmaşık. En yalın şekilde şöyle anlatabilirim belki:
1- Bir dosya yayınevine geldiyse de yayınevi bir yazara teklif götürecekse de editörden etraflıca hazırlanmış bir rapor bekliyor. Bu raporda dili, yaş grubu, nasıl resimlenebileceği, kimlerin dikkatini çekebileceği, hangi yayınevlerinin benzer yayınları olduğu gibi teknik sayılabilecek hususlar yer alıyor. Daha sonra ise yayınevi politikasına göre uygun mu değil mi diye inceleniyor. Yayın yönetmeni bu raporu da değerlendirerek dosyanın yayın listesine alınıp alınmayacağına karar veriyor.
2- Eğer dosya yayınlanacaksa editör metni ilgili yaş grubunu göz önünde tutarak kelime kelime, didik didik işliyor. Cümleler düzeltiliyor, olay örgüsünde kopukluk varsa gideriliyor, anlatım bozuklukları, imla hataları… Metinle ilgili aklınıza gelebilecek her şey metnin üzerinde dönüp dönüp yeniden işleniyor. Size sayı söylemek isterdim ama inanın bir metni kaç kez okuduğumu bilemiyorum. Baskıya gittiğinde pek çoğu ezberimde oluyor. Tüm bu aşamalarda editörden satış-pazarlamaya yarayacak notlar alması isteniyor, basın bültenini yavaş yavaş tasarlıyor, çizerle iletişimi sürdürüyor, yayın takvimini aşmayacak şekilde sürekli bir planlama içinde oluyor.
3- Metni işlerken yazarların tutumları genel olarak iki tarzda oluyor. Bir kısmı basit imla hatalarına bile dokunmanızı istemiyor, büyük bir tepki veriyor. Bu düzeyde dokunulmaz olması yayınevi için bir sorun, çünkü yazar bir duygu yoğunluğu içinde yazıyor ve başka bir göz, aksaklıkları görebiliyor. Bir de tabii editör, teknik bir okuma yaptığı için aksaklıkları daha çabuk fark ediyor. Bir kısmı da metni gönderiyor ve terk ediyor. Bu da ilki kadar zorlu bir süreç. Çünkü yazar ve editör arasında bir işbirliği olması gerekiyor. Okuyucunun en rahat okuyabileceği metne ulaşmak için el ele yürümeleri gerekiyor. Metin yazar tarafından terk edildiğinde editör metni çoğu kez baştan yazıyor. Bugün pek çok editör arkadaşımızın “Metni düzeltmedim, en başından yazdım.” demesi de bundan. Hatta öyle kitaplar var ki editör dosyadaki fikir dışında hiçbir yerini kullanamamış. Metni en başından yazmış. Bu yayınevi için risksiz bir durum çünkü editör, yayınevinin politikasına tümüyle hâkim. Böylece yayınevinin saptadığı yazarları editör desteğiyle “yazar” yapması durumu da yaygınlaşıyor. Bir nevi gizli yazar gibi. Bu tür örnekleri pek çok editör arkadaşımız verebilir.
Bu sırada yazarla sözleşme yapılması, sürekli bilgilendirilmesi, çizerle işin devamlılığın sağlanması, grafik birimiyle birlikte kitabı çalışmak, matbaadan gelen maket baskının kontrolü de editörün yaptığı işler. Türkiye’de editörün görev tanımı çok geniş. Yazarların teliflerinin yüzde pazarlığını da yapıyorsunuz, cümledeki aksaklığı da gideriyorsunuz, dönüp reklam birimine metin de yetiştiriyorsunuz. Hatta kitap satış rakamları tatmin edici düzeyde değilse “Neden?” sorusuna da cevap vermeniz gerekiyor. Elbette editörlerin çıkan kitapları takip etmesi, yayınevine önerilerde bulunması, çevrilebilecek kitapları araştırması gerekiyor.
Sorunuzun, “Bir metni yayıma hazırlarken siz nelere dikkat edersiniz?” kısmı için şunu söyleyebilirim. Her metni elbette ama özellikle çocuklarla ilgili metinleri daha titizlikle ele almak gerektiğini düşünenlerdenim. Bu sebeple ilk olarak pedagojik açıdan yaş grupları bizim için önemli oluyor. Metinleri hedef kitlenin yaş grubuna göre ayırıyoruz. Kullanılan imgeler, imalar, cümlelerin uzunluğu, konunun bütünlüğü, sonuca ulaşılan yoldaki heyecan unsuru… Tüm bunlar yaş grubuna göre düzenleniyor. Şuan dergi editörlüğü yapıyorum, orada da bu geçerli. “Siz nelere dikkat edersiniz?” dediğiniz için şunu belirtmek isterim. Ben, hangi yaş grubu olursa olsun merak duygusunu uyandırmasını arzu ederek çalışıyorum. Çünkü merak ederse araştırır, sorar, okur, peşinden gider. Her sayfayı hazırladıktan sonra şöyle bakıp “Acaba akıllarına neler gelecek, neler soracaklar?” diye düşünüyorum. Her ay yaklaşık 300 tane mail ve mektup alıyoruz. Birkaç hafta önce bir veli mail yazmıştı, yapraklardan bahsettiğimiz bir sayfayı okuyan 8 yaşındaki kızı bir yaprak defteri yapıp bulduğu yaprakları yapıştırmış, özelliklerini araştırıp kenarına yazmış. Arkadaşlarına göstermiş. Bunlar çok kıymetli benim için.
Dergi editörlüğünde iş temel olarak benziyor ancak birkaç kitabı aynı anda yürütüyormuş gibisiniz. Her metin bir kitap gibi ele alınıyor, konuların belirlenmesinden içerik üreticilerine dağıtılmasına, bunların takibine, metin yazmaya kadar editör yine her aşamada yoğun olarak bulunuyor. Dergi için ayrıca içerik konusunda şöyle bir farklılık var: Dergiler genel olarak aylık periyotlara sahip. Bunun anlamı aslında şu, siz her ay çocuğun önüne bir gündem koyuyorsunuz. Bir konuyu enine boyuna anlatıp ilgili konularda bulmacalarına kadar kapsamlı bir paket hazırlıyorsunuz. Bu açıdan konu seçimleriniz hem güncel hem eskimeyen hem dikkat çekici olmalı. İç içe girmiş bir yapıyı aksatmadan sürdürmeniz gerekiyor. Metinler bilgi ağırlıklı oluyor ancak bilgiyi verirken öyle bir metin düzenine sahip olmalısınız ki okuyucunuz aradan yalnızca bir cümleyi de okusa o konu hakkında bir şeyi öğrenmiş olsun. Kelime sayıları, tasarımda bazı cümlelerin farklı renklerle verilmesi gibi dokunuşları bu sebeple yapıyoruz.
Çocuk yazını yayınlarına dikkatle bakıldığında her yayınevinin metin yayını konusunda farklı bir stili olduğu görülüyor. Yayınların stili, puntosu ve bazen de dizgisinde görülen bu farklı yönelimlerin sizce okura ve okuma deneyimine etkisi nedir? Hangi hususlara dikkat edilerek yayınlar okura ne gibi farklı biçimlerde sunuluyor?
Bu yayınevlerine göre değişiyor. Tasarımı bir kimlik olarak gören yayınevleri var. Onların kitaplarını fontundan ve kullandıkları renklerden anlayabilirsiniz örneğin. Ancak özellikle okul öncesi kitapları için bu pek mümkün olmuyor. Burada kullanılan font, renk, çizer tümüyle yayınevinin seçimi oluyor. Yayınevi de bunu saptarken pek çok değişkeni gözetiyor. Rahat okunurluk, ilgi çekicilik, yurt içinde ve yurt dışında pazarlanabilme, hedef kitle beğenileri gibi... Ancak şunu söylemek gerek, aynı yaş grubu için farklı yayınevlerinin kitaplarını yan yana koysanız font farklıdır ama punto, satır aralıkları, sayfa başına düşen kelime sayısı benzer. Çünkü o yaş grubu için uygun olan bir punto var, dikkat süresi göz önünde tutularak saptanmış bir uzunluk var. Tasarım ve çizim elbette etkili, özellikle de kitabın veya derginin raftan seçilmesi noktasında oldukça etkili. Yayınevlerinin tasarım farklılıkları da bununla ilgili.
Çocuk yazını söz konusu olduğunda son zamanlarda metin yazarlığı dışında eskiden görünmeyen aktörlerin (editörlerin, çizerlerin ve çevirmenlerin) görünür olduğu yeni bir edebiyat çevresini gözlemlemek mümkün. Sizce işin mutfağında yer alan bu aktörlerin metnin alımlanışında rolü nedir?
Yukarıda anlatmaya çalıştığım çok katmanlı, zorlu, birbiri içine girmiş sorumluluklardan oluşan kocaman bir bulutun içinde editörler, çizerler ve çevirmenler. Üstelik bu sorumluluk bulutunun bir sınırı da yok, sürekli genişliyor. Bir dosyanın elimize geldiği gün ile kitabı okuduğumuzdaki hâli arasındaki farkı yakından bildiğim için “işin mutfağında yer alan bu aktörlerin metnin alımlanışında rolü” için “epeyce fazla” diyebilirim. Her biri çocuk metinleri için çok çok önemli. Yetişkin biri çeviriyi değerlendirebilir, yazarı tercih edebilir ama çocuk edebiyatında bu ayakların her biri kusursuz olmalı. Çeviri iyi olmalı, dili düzgün olmalı, kırıkları olmayan bir kurguya sahip olmalı ve çizimi de metni desteklemeli. “Mutfak” dediğiniz yerde yürütülen sürecin sonunda çıkan kitap veya dergi kendisini ve dünyayı yeni yeni fark etmeye başlayan duyguları, algıları ve dikkati tümüyle açık biri tarafından okunduğu için de bu etkinin yönü çok önemli. Önyargı, etiketleme, merhamet, adalet, dostluk sizin üzerinizde çalıştığınız metinlerle dünyalarına giriyor. Çok büyük bir sorumluluk hatta zaman zaman altında ezildiğimi hissettiğim bir sorumluluk. Bu genel çerçeveyi yalnızca sözünü ettiğimiz mutfakta emek verenler açısından söylüyorum. Ama bu insanlar aynı zamanda yayınevi politikalarıyla da bir denge kurmak zorunda tabii. Hangi kurumda çalışırsanız çalışın bu değişmiyor.
Yayıncılık bir sektör olarak büyüdükçe emek verenler görünür oluyor. Bu bir gerçek. Artık okuyucu da araştırıp çevirmenini soruyor, editörünü soruyor, çizeri takip ediyor. Bu da yayıncıları zorlayan bir sistem haline geliyor. “Eskiden görünmeyen aktörler” ifadeniz çok yerinde. Bazı yayınevlerinin hâlâ kitapların künyelerine editörün ismini yazmadığını görebilirsiniz. Hâlbuki böyle yaptığınızda bir yayının okura ulaşmasını aşama aşama yürütenleri görünmez kılmış oluyorsunuz.
Çocuk yazını metinlerinde bir kitabın içeriği, yayım biçimini etkiler mi? Nasıl?
Sanırım teknik olarak soruyorsunuz. Evet etkiliyor. Genel olarak bilgi içeren konularda, uzun metinlerden daha kısa spot bilgilere kayış var örneğin. Bu çizimi etkiliyor, sayfa düzenini etkiliyor, sayfa sayısını etkiliyor, tüm tasarımı etkiliyor. Biçim buna göre düzenleniyor. Bu açıdan evet, yayım biçimini etkiliyor.
Çocuk yazını çizimlerinde yayınevi olarak öncelikleriniz nedir? Sizce çizimlerin metnin anlamına etkisinden söz edebilir miyiz?
Şuan aktif olarak dergi editörlüğü yaptığım için oradan yanıt vereyim bu sorunuza. Yayınevinde çalışırken de süreç çok benzer şekilde devam ediyordu. Çizerler de kendi içlerinde ayrılıyor. Okul öncesi farklı, çizgi öykü farklı, masal farklı, 9-12 yaş grubu farklı… Renkler farklı, sayfadaki çizim yoğunluğu da yaş gruplarına göre farklı. Bundan 20 sene önce basılan kitaplara baktığınızda çizerlerinin genelde yetişkinlere karikatür çizen çizerler olduğunu görüyorsunuz. Artık öyle değil. Çizer seçimi çocuk kitapları için kritik bir karar. Onu diğerlerdekinden ayıran özelliklerden biri haline geliyor. Çizerlerin çocuk alanında çalışması tercih sebebi oluyor. Çünkü sizin dikkatle, didik didik uğraştığınız metin gibi çizerin de okuru önceleyerek çalışması gerekiyor. Metnin anlamına bir etkisinin olduğunu değil de metni ön plana çıkarttığını, dikkat çekmesine yardımcı olduğunu, anlatıyı kuvvetlendirdiğini söyleyebilirim. Okul öncesi için çizim, hikâyeyi somut hâle getirmeye yarıyor. Okunan olay örgüsünden parçaları çocuk çizimlerde takip edebiliyor. Yaş büyüdükçe çizimlerin kitaplarda kapladığı alan azalıyor çünkü artık metnin betimleme gücü yeterli olmaya başlıyor.