Dosya

Zezé’nin Kalbine Övgüdür: Şeker Portakalı’nda Sevmek

Özgün dilinde ilk kez 1968 yılında Brezilya’da yayımlanan, 1983’te ise Türkçede karşılık bulan Şeker Portakalı, aslında bir çocuk kitabı değildir.

Özgün dilinde ilk kez 1968 yılında Brezilya’da yayımlanan, 1983’te ise Türkçede karşılık bulan Şeker Portakalı, aslında bir çocuk kitabı değildir. Ne yazar Jose Mauro de Vasconcelos’in böyle bir iddiası vardır, ne de kitabı Can Çocuk yerine “Çağdaş Dünya Yazarları” dizisinin bir parçası olarak yayımlamayı tercih eden yayınevinin. Fakat özellikle on yaş üstü çocukların yıllardır ilgiyle okuması, kitabın çocuklar için hazırlanmış çeşitli okuma listelerine ve yayınevinin internet ortamında satışa sunulan tatil setlerinin içine girmesi dikkate değerdir ve bu gözle değerlendirmeye kapı aralamaktadır. Birinci tekil şahıs dilinden dinlediğimiz anlatının kahramanı beş yaşında, sevimli ve bir o kadar yaramaz Zezé’dir. Henüz daha metnin giriş paragrafında yer alan “Yanılınca da eninde sonunda hep dayak yiyordum. Önceleri kimse beni dövmezdi. Ama sonra her şeyi öğrendiler ve zamanlarını, benim bir şeytan, bir baş belası, lanet olasıca bir sokak kedisi olduğumu söyleyerek geçirmeye koyuldular” (Vasconcelos 11) sözleri, kitapta karşımıza çıkacak yoğun şiddet sahnelerinin habercisi gibidir. Fakat her şeye rağmen metnin ilk cümlesi şudur: “El ele, acele etmeden sokakta yürüyorduk” (11). Anlatıcı, metnin sakin tonunu daha ilk satırdan hissettirerek ve okurun gözünde canlandırdığı el ele gezen abi kardeş tablosuyla metnin derinindeki sevgiyi işaret ederek söze başlamayı tercih etmiştir. Sevgi duygusu ve dayak itirafının hemen art arda gelmesi metne dair çok önemli bir anlam barındırır kendi içinde: Şeker Portakalı’nda sevmek bir “çözüm” olarak sunulacak, bu savın altını çizmek için de şiddet araçsallaştırılacaktır. Bu sebeple ikisi daima bir arada çıkacaktır okurun karşısına.

 

İstismar mı İhmal mi: Şiddetin Sınırları

Çocuk istismarı, fiziksel, duygusal, cinsel istismar ve ihmal olmak üzere dört alt grupta incelenir (Tıraşçı ve Gören 70). Fiziksel istismar itaati sağlama, cezalandırma ya da öfke boşaltma amacıyla (Yılmaz 66) uygulanır ki Şeker Portakalı’nda Zezé’nin her üç sebepten de şiddete maruz kaldığı örnekler mevcuttur. Zezé’nin mağduriyeti noktasında içinden çıkılmaz iki çemberden bahsedebiliriz, ilki neden sonuç ilişkisine dayanır. Zezé’nin yaramazlıklarındaki niyeti elbette yalnızca eğlenmektir, fakat hiç hesap edemese de şakaları zaman zaman insanlara zarar verebilecek tehlikeli boyutlara ulaşır (Hamile kadını yılana benzer çorapla korkutması, yere sabun sürüp insanları düşürmesi gibi). Yaramazlıklarına ailesinin bulduğu “çözüm” ise şiddettir, uslanması, bir daha yapmaması için Zezé’ye daima şiddet uygulanır. Fakat bu sahiden bir çözüm değildir, Zezé daha canının acısı geçmeden yılana benzer çorabı “Bana daha başka zamanlarda lazım olabilirdi” (72) diyerek aramaya koyulur mesela. Bu da okura çözümsüz ve içinden bir türlü çıkılamayan bir çemberi hatırlatır; yaramazlık şiddeti, şiddet yaramazlığı getirmektedir.

İkinci çember ise fiziksel şiddetin, yanında daima duygusal şiddeti de getirmesine dairdir, bu durum “birbirini besleyen ve üreten mekanizmalardan oluşan bir şiddet çemberi oluşturmaktadır” (aktaran Zara ve İnce 82). Çocuğun sevilmeye değer olmadığını hissettirmesi, her bir can yakma anının aynı zamanda bir aşağılama ve hakaret olduğu gerçeği, çocukta ebeveynine dair güvensizlik ve nefret oluşturması bakımından fiziksel istismar, duygusal istismardan ayrı tutulamaz. Bu bir aradalık ise yine çocuğun sevgi ve güvene duyduğu ihtiyacın görmezden gelinmesine sebep olur ki ister istemez ihmali doğurur. Bu noktada ihmalin pasif, istismarın ise aktif davranış biçimi olduğunu (Tıraşçı ve Gören 72), Zezé’nin her ikisini de tecrübe ettiğini belirtmeliyiz.

Ailelerin çocuklarını istismar etmesinin nedenleri araştırılırken iç ve dış stres faktörleri olarak ayrıma gidilir (Ünal 14). Dış stres faktörlerinin parçası olan ekonomik yetersizlik ya da iş hayatında istikrarsızlık, yoksulluk ve işsizlik başlıkları Zezé’nin ailesi ile tamamen örtüşmektedir. Zezé’nin babası, anlatı zamanına göre  “altı aydır işsizdir” (17). Annesi ve en büyük ablası da bu sebeple gece ve gündüz durmadan çalışmaktadırlar. Bu durumun aile içerisindeki gerilimi başlı başına açıklamasına rağmen, şu maddenin de Zezé’ye uygulanan şiddetin nedenlerinden biri olabileceğini düşünmek gerek: Ailenin kısıtlı sosyal çevresi. Vasconcelos ailesinin sıklıkla görüştüğü, eğlendiği, sohbet ettiği kimseden söz edilmez. Birkaç komşu vardır yalnızca, onlar da kendi geçim dertlerindedir. Tüm bunlara ek olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün de şiddet riski faktörleri arasında saydığı “toplumun şiddete hoşgörüyle bakması” (aktaran Yılmaz, 70) maddesi dikkate değerdir. Zezé’yi zaman zaman komşuların ya da başka büyüklerin de azarladığına, hatta mahallenin esnafı tarafından kulaklarının çekildiğine şahit olur okur. İstismarın çocuk haklarına aykırı oluşuna dair bir farkındalık söz konusu değildir, aksine bunu gündelik hayatlarının bir parçası hâline getirmiş, içselleştirmiş bir mahalle kültürüyle karşı karşıyadır okur ki bu da Zezé için şiddetten kurtulma umudunun neredeyse hiç olmadığı anlamına gelir.

İç stres faktörlerini ise anne babanın olumsuzluklarla nasıl baş edeceğini bilememesi, iletişimsizlik, sık aralıklarla çocuk sahibi olma ve kendi çocukluklarında şiddete maruz kalma ihtimalleri olarak sıralayabiliriz. Bunlardan yalnızca sonuncusuna dair herhangi bir ima yoktur anlatıda. Fakat şu açıktır; büyükten küçüğe yaş sırasına göre Jandira, Gloria, kuzeydeki zengin kuzine evlatlık verilmiş bir çocuk, Antonia (Totoca), Lala, Zezé, ölen ikiz kardeşler Aracy ile Jurandyr ve Luis olmak üzere çok yoksul bir ailenin dokuz çocuk sahibi olması ailedeki iç stresi ve gerilimi artırmaktadır. Elbette hiçbir neden çocuk istismarını ya da aile içi şiddeti meşrulaştıramaz. Anlatıdaki karşılıkları sorgulanan bu risk faktörleri, dünyada şiddete maruz kalan çocukların büyük bir yüzdeliğe sahip olduğuna işaret eden olguyu açıklamak üzere yapılmış araştırma sonuçlarıdır yalnızca.

 

Şiddetin Getirdiği Değersizlik

Çocukluk Sosyolojisi çalışmalarının temel argümanı, çocuğun yetişkinlik üzerinden tanımlanamayacağıdır. Çocuğu “yetişkin olmayan” ya da “yetişkin altı” veya “ön-insan” olarak tanımlamak onu kişiliksizleştirmek demektir. Bu sebeple çalışmaların gayesi; çocukluğu bu bakış ve tanımlamalardan kurtarıp ona kişiliğini yeniden kazandırmaktır (Mayall 167). Zezé ve ailesi arasındaki temel çatışmanın da yine bu geleneksel bakış altına gizlendiğini söyleyebiliriz. Ailesi Zezé’den hiç yaramazlık yapmamasını, insanlara zarar vermemesini, ahlaklı davranmasını, örneğin kimseye sövmemesini beklemektedir, tıpkı “ideal bir yetişkin gibi” hareket etmelidir Zezé. Fakat aynı Zezé babası birinden “boktan herifin biri” (15) diye bahsederken kendisinin neden bahsedemediğini sorgulamamalıdır, yalnızca kabul etmelidir. Ailenin sergilediği bu tutarsız tavırlarda empatinin yoksunluğu açıktır. Üstelik atladıkları bir nokta daha vardır: Kohlberg ve Piaget gibi pek çok gelişim kuramcısının uzlaştığı üzere Zezé’nin bilişsel düzeyi ahlak kurallarını anlamlandırmaya uygun değildir henüz  ki aslında buna rağmen iyi niyetli birkaç hırsızlık vakasının dışında son derece ahlaklı hareket ettiğini görürüz. Örneğin herkesin dört yüz reise ayakkabı boyadığı yerde onun niçin iki yüz reise boyadığı sorulduğunda, “İyi bir boyacı olduğumda ben de onlar kadar alabilirim. Şimdilik hayır” (58) diye cevap verir. Ya da paraya en çok ihtiyacı olan anlardan birinde ona iyilik yapmak isteyen arkadaşı, “Benim pabuçlarımı boyar mısın? Sana bin reis veririm,” dediğinde, “Dostlarımdan para almıyorum,” (62) diye karşılık verir. Küçük kardeşine yanlış bir kelime öğretmekten dahi imtina eden Zezé, beş yaşındaki bir çocuktan beklenmeyecek olgunlukta hareket eder aslında, sadece ailesi bunun farkında değildir.

Aile içi şiddete maruz kalan çocukların yakın ve uzun vadede değişimlerine bakıldığında, derin bir umutsuzluk, ağır kişilik ve davranış bozuklukları, tedirginlik, huysuzluk, hırçınlık, antisosyal ve saldırgan davranışlar sergiledikleri görülür (Ayan 208). Beklenenin aksine gündelik yaşamında Zezé’de bu etkilerin hiçbirine rastlanmaz. Anlatı boyunca karşılaştığı akranı olan ya da olmayan, her yaştan kimseyle kolaylıkla iletişim kurabildiği görülür. Hatta bir fidanla, Şeker Portakalı’yla konuşabiliyor oluşu da içinde bulunduğu bilişsel evre düşünüldüğünde son derece makuldür. Portekizli ile kurduğu derin dostluk, Zezé’nin şiddeti değil sevgiyi “sorun çözücü bir davranış” olarak benimsediğinin göstergesidir. Şiddete maruz kalan çocukların çoğu “saldırgan davranışların yaşamın bir parçası olduğunu düşünürler ve bunu kendi yaşamlarında da uygulamaya koyarlar” (Özmen 35). Fakat Zezé’nin birisinin canını yaktığına, hırçınlığına dair hiçbir örnek yoktur anlatıda. Bu noktada, maruz kaldığı istismarın en derin etkisinin Zezé’deki değersizlik hissi olduğunu söyleyebiliriz. Çoğu zaman şöyle ifadeler kullanır: “İşte yaramazın tekiyim. Çok kötü bir çocuğum, evet; çok kötü bir çocuk… Başka bir şey değil” (49), “Kimse beni sevmediği için dövmek istediklerinde herhangi bir şeyi bahane ediyorlar” (124). Zezé’nin, bir çocuk olarak bu yıllarda kurmaya başladığı kendilik algısındaki bu kırılma ve samimiyetle yakındığı sevgisizlik, fiziksel şiddetin beraberinde duygusal istismar ve ihmali getirdiğinin de bir işaretidir yine.

 

Babanın Tutarsızlığının Sonu: Ölüm

Noel’de hiç hediye almamanın sebep olduğu hayal kırıklığını “İnsanın yoksul bir babası olması ne kötü!” (55) diye haykırarak ifade eder Zezé. Babasının bu haykırışı istemeden duyması ise kitabın ilk yarısındaki en dramatik sahnelerden biridir. Sonrasında Zezé tüm gün ayakkabı boyacılığı yapacak, akşam olduğundaysa babasına Noel hediyesi olarak bir paket sigara alacaktır. Bu gerilimin ardından belki de anlatıda baba ile oğulun en çok yakınlaştığı sahneyi görecektir okur: “Baba… baba… diyebildim yalnızca. Ve hıçkırıklar sesimi bastırdı. Adamcağız kollarını açtı, beni göğsünde sevgiyle sıktı. ‘Ağlama yavrum,’ dedi. ‘Hep böyle duygulu bir çocuk olarak kalacaksın, pek çok ağlama fırsatı bulacaksın hayatta.’ … Beni bir süre kucağında salladı. Sonra başımı kaldırdı, yakınındaki bir bezle yüzümü sildi” (65). Okurun bir daha emsaline rastlayamayacağı bu duygu yüklü andan bir zaman sonra, baba karakterinin bir yanlış anlama üzerine Zezé’yi kemeriyle, hasta edecek kadar korkunç bir hırsla dövdüğü görülecektir. İstismara uğrayan çocukların baş etmekte en çok zorlandıkları güçlüklerden biri “şiddet uygulayan baba imgesi ile çocuğa sevgi duyan baba imgesi arasındaki gidiş gelişlere uyum sağlayamamaktır” (Özmen 31). Zezé de bu tutarsızlığı tecrübe eder, öyle ki babasına duyduğu kırgınlığın büyüklüğüne dayanamaz ve onu öldürmeye karar verir. Bu noktada Zezé’nin öfkeyi ya da saldırganlığı değil, sevmeyi “sorun çözücü davranış” olarak kabul ettiğinin bir örneğine daha rastlar okur: Sevmek sorunları çözüyorsa, ilaçsa, sevmemek de bir çeşit cezadır ona göre. Arkadaşı Portekizli’ye kararını şu cümlelerle açıklar: “Evet, yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones’un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek… Ve bir gün büsbütün ölecek” (164). Finalde “baba olarak seçtiği” Portekizli trafik kazasında ölecek, Zezé’nin gerçek babası ise maaşı yüksek bir işe girip çektikleri tüm sıkıntıları ortadan kaldıracaktır. Fakat Zezé’nin kalbinde daima Portekizli yaşayacak, gerçek babasının sevgisi ise bitecektir. İstismar edilen her çocuk gibi Zezé de şiddetin değil, sevgisizliğin ceza olduğunu kendi ailesine duyuramasa da, okurlarına iletecektir.

 

Sonsuz Şifa Kaynağı Sevmek

Anlatıcı, “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü” olarak tanımlar anlatıyı. Aynı hikâyeyi “günün birinde sevgiyi keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü” olarak okumak da mümkündür aslında. Zezé’yi dönüştüren, mutlu eden, uslandıran hiçbir zaman şiddet olmamıştır, yalnızca sevgidir. Sevdiği için acı çekmekte, yas tutmaktadır. Yanında uslu durduğu kişilerin, öğretmeni Cecilia Paim, yollarda birlikte şarkı söylediği Bay Ariovaldo ve kıymetli arkadaşı Portekizli’nin, ortak özelliği Zezé’yi seven ve bunu hissettiren kişiler olmalarıdır. Yaramazlıklarının ardından bu kişiler kendisini uyardıklarında, Zezé yaptığı şakanın tehlikesini ya da “yanlışlığını” yine anlamaz aslında. Fakat onları sevdiği için “yapmamalısın” dedikleri her şeyi yapmamaya gayret eder. Zezé’ye gösterdikleri şefkat onda vefa duygusu uyandırmakta, bu duygu da eylemlerinde, kararlarında belirleyici olmaktadır. Nitekim Portekizli ölünce, “Artık uslu durmama değecek kimsem kalmadı” (195) der. Bu cümle, metinde daima olumsuzlanan şiddetin, sevginin etkileyiciliğini ve dönüştürücü gücünü vurgulamak üzere araçsallaştırıldığının bir göstergesidir yine. Anlatıcının şiddetin, istismarın, “nedensiz kötülüğün” karşısına koyduğu esas ve en etkili kuvvet, şifa kaynağı daima sevgidir.

 

Sonuç

Vasconcelos’in Şeker Portakalı’nda şiddet ve sevgi iki derin izlektir; zaman zaman birbirlerine dokunur, her zaman art arda gelirler. Kendi özünde sevgisizlikten doğan ve büyüyen şiddetin, daima sevgiyle bir arada anılmasının anlatı içerisinde etkin bir anlamı vardır. Zezé’nin şeker portakalı fidanı, öğretmeni, Bay Ariovaldo ve Portekizli ile dostluğu şuna işaret eder: İnsanları uslandıracak, mutlu edecek ve “yüreklerini ışıldatacak” tek çözüm sevmektir. Zezé’nin yoksullukla baş etmeye çalışan çok çocuklu ebeveynleri üzerlerindeki stresi kontrol etmenin yolunu bir türlü bulamazlar, bu sebeple yaşına göre gayet makul yaramazlıkları olan Zezé’nin tüm hareketleri onlar için “dayanılmaz” olur. Çareyi şiddette bulmaları, yalnızca bir yanılgıdan ibaret değildir, eğitimsizlikten, iletişimsizlikten kaynaklanmamaktadır. Ailenin böyle “kurulmasının” alt-metindeki anlamı, çözümün sevmek olduğunu daha da belirginleştirmek için bir olumsuzlama yöntemidir, araçtır.

 

Kaynakça    

Ayan, Sezen. “Aile İçinde Şiddete Uğrayan Çocukların Saldırganlık Eğilimleri”. Anatolian Journal of Psychiatry 8

(2007): 206-14.

İnce, Merve ve Ayten Zara Page. “Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme”. Türk Psikoloji Yazıları 11 (2008): 81-

94.

Kaynak Özmen, Suna. “Aile İçinde Öfke ve Saldırganlığın Yansımaları”. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri

Fakültesi Dergisi 37 (2004): 27-39.

Mayall, Berry. “Çocuk Hakları İle İlgili Çocukluk Dönemi Sosyolojisi”. Çev. Özlem Aydoğmuş Ördem Turkish

Studies Volume 11.18. (2016): 161-76.

Tıraşçı, Yaşar ve Süleyman Gören. “Çocuk İstismarı ve İhmali”. Dicle Tıp Dergisi 34 (2007): 70-4.

Ünal, Fatma. “Ailede Çocuk İstismarı ve İhmali”. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi 12.1 (2008): 9-18.

Vasconcelos, José Mauro. Şeker Portakalı. İstanbul: Can Yayınları, 2003.

Yılmaz, Aynur. “Çocuk İstismarı ve İhmali: Risk Faktörleri ve Çocukların Psiko-Sosyal Gelişimi Üzerindeki Etkileri”. Civil acedemy (y.y.y.): 63-80.