Duyuru&Haber

Kamusal Alanda Güzel Hareketler: İBB Çocuk Hakları Festivali

20 Kasım 1989’da bir sözleşme imzalandı: Çocuk Hakları Sözleşmesi. Bu sözleşme ne ifade ediyor, ne anlama geliyor, sözleşmenin yapabilecekleri ve yapamayacakları neler?

 

20 Kasım 1989’da bir sözleşme imzalandı: Çocuk Hakları Sözleşmesi. Bu sözleşme ne ifade ediyor, ne anlama geliyor, sözleşmenin yapabilecekleri ve yapamayacakları neler? Peki çocuk haklarını konuşmak, sadece sözleşmeyi mi hatırlamak demek? Bu sorular gibi birçok soru daha sorabiliriz hatta sormalıyız da. Çocuk haklarına dair sormak, konuşmak, düşüncemizde yer açmak, çocuk haklarını gözeterek eylem inşa etmenin ön koşulu. Okuyan, oynayan bu hayatı hak temelli bir aktivizm ile yaşayanlar zaten çocuğun hakkını gözetme ilkesinde anlaşırlar. Lakin bireylerin veyahut alanla ilgili sivil toplum kuruluşlarının çocuk haklarını gözetiyor olması yeterli bulabileceğimiz bir adım değildir. Savunuculuk yapmak demek, hakkı doğrudan etki alanı olan kurum ve kuruluşlardan talep etmeyi de kapsar. Bu sebeple bir hakkı savunurken, kamusal alanda kendimize yer bulamamayı bırakın, doğrudan kamusal alanın doğurduğu engellerden korunmak üzere alternatif kamusal alanlar arar, bu alanları inşa ederiz. Ancak şunu kabul etmemiz gerekir ki bizleri aşan bir sistemin içine doğuyoruz. Bu sistemi yok sayarak yeni bir dünya kurmaya kalkışmanın bir müddet sonra kendi kendini imha eden enerji topluluklarına döndüğünü gözlemliyorum. Oysa içinde doğduğumuz bu sisteme rağmen, sisteme karşı bir şekilde yeniden inşa için enerjimiz çok kıymetli. Bu sebeple enerjimizi, etik bir değerlendirme üzerine inşa edilmiş eylemlerimiz ve yapmama tutumlarımızla, tüm kurum, kuruluş ve şahıslarla işbirliğinde kalmak için kullanabiliriz. Kendi oluşturduğumuz çemberlerimizde “olması gerekeni” korumaya ve savunmaya devam ederken, olması gerekenin, korunması gerekenin, kamusal alan inşacıları tarafından da gözetilmesini talep etmeli ve takibini de yapmalıyız. İşte bu sebeple bu yazıda çocuk haklarının farkındalığını değil, çocuk haklarının farkındalığını yaşatmaya çalışan bir belediye projesini görünür kılmak istiyorum: İBB Çocuk Hakları Festivali

Aslında bu yıl festivalin üçüncüsü düzenlendi. İlk iki yıl İBB Şehir Tiyatroları bünyesinde gerçekleştirilirken bu yıl İBB kültür dairesinde tertiplendi. Üç yıldır devam eden projenin koordinatörlüğünü Gülbahar Pay yapmakta. Bu yıl Şehir  Tiyatroları müdürü İlyas Ceran'dan da destek alan Çocuk Hakları Festivali, çocuk haklarına karşı hem farkındalık oluşturmayı amaçlamakta hem de bir hak karşılanması olarak düşünülen, iyi içeriklerin halka ulaşmasına alan açmakta. Bu ay festivalin tarihleri hava koşulları sebebiyle değişiklik gösterse de sürecin organizasyonu başarıyla koordine edildi. Dört gün süren festivalin takvimi, 18 Kasım, 20 Kasım, 21 Kasım ve 26 Kasım şeklinde düzenlendi. Festivalin gerçekleştiği dört mekân ise Kadıköy Müze Gazhane, Artİstanbul Feshane, Tarlabaşı’nda bir sokak, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’ydu. Bu mekânlarda atölyeler, konserler, gösteriler ve söyleşiler gerçekleşti. Müze Gazhane ve Feshane atölye mekânlarıydı.  Cemal Reşit Rey konser ve gösteri mekânı olarak festivale hizmet sundu. Tarlabaşı’nda belirlenen sokak ise festivali sokağa taşımasıyla şenlendi. Festivalin ana maddeleri, hak temelli olmak ve çocukları gözetmekti. Bu açıdan toplam 29 etkinlik gerçekleştirilen festivalin atölyeler konusunda da ekstra özen gösterildiğini söylemek mümkün. Zira atölyeler konu olarak yogadan, işaret diline, atık malzemelerden çalgı yapımına, drama atölyelerine, ekoloji temelli oyunlara kadar nitelikli bir çeşitlilik gösterirken aynı zamanda erişilebilirlik ve kapsayıcılık ilkeleri gözetilerek hazırlanmıştı. Çocuk hakları odaklı çocuk ve yetişkin atölyelerinin yanı sıra, iyi içeriğe ulaşmanın da bir hak olduğu gerekçesiyle düzenlenmiş bir programdı ve çocukların katılımı konusunda ulaşım desteği de sağlanmış olması da artı puandı.

Öte yandan atölyelerin yanı sıra çeşitli gösteriler ve söyleşiler de programda yer alıyordu. Cemal Reşit Rey konser salonunda 14 yaşındaki İdil Özkan’ın sunumuyla açılan programda Adalar Çocuk ve Gençlik Orkestrası’nın konseri ve Ataşehir Belediyesi Çocuk ve Gençlik Halk Dansları Topluluğu’nun Rozet’in Yolculuğu adlı gösterisi yer aldı. Programda Kültür Daire Başkanı T. Volkan Aslan, çocuklardan rol çalmamaya özen gösteren bir konuşma süresini koruyarak söz aldı. Çocuğu gözeten politik tavrın öneminden bahseden Aslan, söyleyeceği her şeyi fazlasıyla sunucu arkadaşımızın söylediğini vurgulayarak konuşmasını tamamladı. Başından sonuna kadar sanatsal duruşlarıyla çocukların rol aldığı program, çocukların neleri anlatma gücü olduğunu izleyicilere gösterebiliyordu.     

Kapanış programı olarak da Feshane’de “Kriz Ortamında Çocuk Olmak” adlı bir söyleşi gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Gülbahar Pay’ın üstlendiği söyleşide,  Cansu Kaygısız, Selin Akoğlu, Banu Akbaş konuşmacı olarak yer aldılar. Dünyanın çocuklar için nasıl bir yer olduğunu, kendi çalışma alanları ve dünyanın çocukları gözetmesi noktasında neler yaptıklarını ve/ya neler yapılması gerektiğini düşündüklerini paylaştılar. Cansu Kaygısız, Waldorf pedagojisini temsilen, acil durum pedagojisinin kapsamını paylaştı. Dünyanın hep bir kriz halinde olduğunu bu sebeple de acil durum pedagojisinden destek alarak yaşam becerisi geliştirmenin imkân ve gerekliliğini vurguladı. Selin Akoğlu, bağ odaklı ebeveynlikten başlayarak, krizlerin ve krizlerle baş etme becerilerimizin geliştiği yer olarak eve, aileye ve ebeveyn ilişkisine vurgu yaptı. Clown sanatını detaylı bir şekilde paylaşarak, sınırsız palyaçoların izleyenlerde nasıl etki bıraktığını, seyredenin kendisini akıllı olarak düşünebilmesinin bir baş etme becerisi geliştirme olarak etkisini vurguladı. Banu Akbaş, derin yoksulluğa dikkat çekerek, yaban hayatına dair farkındalığı doğa ile iç içe yaşamı vurgulasa da  öncelikle reel durumdaki verileri görerek konuşmak, dünyanın bize, çocuğa sunduğu madunluk tablosunu tanımamız gerektiğini belirtti.

 

Festivalin başından sonuna tüm sürecine büyük bir iştahla katılan birisi olarak, kalbimin en pırpır ettiği yeri sona sakladım. Tarlabaşı sahasında festival etkinliği! Tarlabaşı mahallesi, 2015’den beri içinde olmaya çalıştığım farklı sivil toplum kuruluşları aracılığıyla çocukları gözetmeye çalıştığım bir yer. Maalesef yıllar içerisinde yapabildiğimizi bırakın mahallede kesintisiz kalmamız bile hiç kolay olmadı. Engellerle dolu bir sürü talihsiz hikâyem var. Bir yıldır Oyun Çalışmaları/OÇA dayanışma ağı ile kesintisiz bir şekilde yeniden bu sahadayız. Sevgili Selin Zeynep Eker ve Şeyma Çetin’in sorumluluğunda sahada ayda bir gönüllü ekiple etkinlikler yapıyoruz. Sokakta imkânsızlıkta ne kadar iyi yapılırsa o kadar iyi yapıyoruz lakin, çocukların da gönüllülerin de daha iyi imkânları hak ettiğini düşündüğümüz ve daha iyi imkânlarla daha iyisi yapılabilir diye inandığımız için de kaynak arayışları içerisindeyiz. Festivalin koordinatörü sevgili Gülbahar, profesyonel iş hayatı dışında da sahalarda olan, gönüllükte kalan dostlarımızdan. Bu yüzden festival programı belirginleşmeden Tarlabaşı sahasının da imkanlarla şenlenmesine niyetlenmişti. Biz de heyecanla bekledik, beklediğimizden daha da güzel geldi. Öncelikle çocukların Clown gösterisi izleyebilmesi, tüm sokağın clown gösterisi ile şenlenmesi film karesi gibi bir görüntü oluştursa da arada kalan bir sokağın belediye tarafından görülmesi ve görülmeyen vatandaşların “Bizim için mi?” diye sorması bir toplumsal yeterlilik duygusuna katkı olması bakımından çok kıymetliydi. Çünkü gönüllüler hep giderler, gönüllerinden geldiği sürece giderler, ama etkili bir dönüşümün sağlanması için kamudan yasalardan destek almak, işbirliği yapmak gerekir. Gönüllüler temel hak ve özgürlükleri sağlamakla sorumlu değildir. Alt yapıyı kamu kurumlarından beklemek ve onlardan talep etmeyi öğrenmek ise bize düşen. İşte bu sebeple incelikle hazırlanmış ve halka hizmet kapsamında sunulmuş Çocuk Hakları Festivali çok kıymetli, çünkü çocuğu gözetmek politik bir tavır ve bu tavrın artıp tüm kamu organlarına yayılmasını arzuluyoruz. Hakların gözetilmediği, ihlalleri karşısında yaptırım uygulanmadığı hiçbir köşe bucak kalmasın! Çocuklar öldürüldüklerinde değil, yaşarken de haklarını hatırlayalım, hatırlayalım ve haklarına ulaşabilmeleri için, kamusal ve alternatif kamusal alanlarımızda uğraşalım. Çocuk haklarını gözetmek, hatırlamak, aktarmak kesinlikle keyfi bir eylem değil bizim içinde yaşadığımız topluma, yeryüzüne karşı asli bir sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluğu yerine getirmeye çalışan herkese çok teşekkürler.