Nâzım Hikmet’in Masallar ve Hikâyeler olarak derlenmiş dört kitaptan oluşan serisinin dışında, bunların içinde yer alan bazı metinlerinin tekli ya da gruplar hâlinde çocuk kitabı olarak yayınlandıkları bilinir.
Nâzım Hikmet’in Masallar ve Hikâyeler olarak derlenmiş dört kitaptan oluşan serisinin dışında, bunların içinde yer alan bazı metinlerinin tekli ya da gruplar hâlinde çocuk kitabı olarak yayınlandıkları bilinir. Bunlar içinde Ağustos 2017’de yayınlanan resimli çocuk kitabı Sarayda, “Orman Cücelerinin Sergüzeşti” isimli kısmın bir parçasıdır. Hayalî yaratıklar olan orman cücelerinin bir saray ziyaretini konu alan metin, sınıfsal farklılıklara dikkat çeker ve bu ayrımı eleştirir gibidir. Bu bağlamda, metnin geçtiği atmosfer ve bu kısa hikâyenin kuruluş biçimi, Bakhtin’in edebi türlerin teorik açılımlarını yapmada işlevsel olan karnaval kavramını açıklarken üstünde durduğu karnaval ve panayırların kendilerine atfettiği özelliklerle oldukça benzer bir görünüm sergiler.
Cücelerin tek bir serüveninden oluşan bu kitapta, ilk kısım cücelerin kısa bir tanıtımıyla başlar. Kimsenin fark etmediği bu cüceciklerin içinde muazzam bir çeşitlilik söz konusudur. Çinli Çi-Ka-Çi’den zenci Hintli veya Eskimo bir cüceye, Bilgiç ve Mankafa gibi tamamen birbirine zıt iki kardeşten Fırçaçık gibi ressam, Merhem Kutusu gibi doktor bir cüceye dek “cüceler toplumu”nun çeşitliliği ile metinde daha en baştan bir çeşit kozmopolit toplum yapısı kurulur. Cüceler bu noktada hayalî de olsa var edilmiş bir nevi halktır. Bu cücelerin serüvenleri ise kendisini cücelerin “en çevikleri, en akıllıları, en cesurları” olarak nitelendiren Yusufçuk’un aktarımı ve önderliğiyle gerçekleştirilmiştir. Ormanda yaşayan ve çoğu kişilerin böcek, ağustos böceği ya da çekirge sandığı bu varlıkların kahramanvari birtakım özellikleri mevcuttur. Bunların içinde “ormandan dışarı çıkarak dünyayı dolaşmak, insanlara bakmak, iyi işler görmek, iyi insanlara yardım etmek, gülüp eğlenmek, bazen de fenalıkların cezasını vermek” (1) gibi hiçbir kötü özelliğe yer vermeyen olumlu özellikler vardır. Cücelerin bu özellikleri aslında onların yaşamlarını sürdürmek adına gerçekleştirdikleri gündelik uğraşlarıyla ilgili hiçbir ayrıntıya dikkat çekmeden, birçok çocuk yazını metninde gözlemlenmeye alışıldığı biçimiyle, boş zaman etkinlikleri üzerine kurulmuş bir hayalî dünya imgesiyle tıpatıp aynıdır. Bu dünya imgesinin ise Bakhtin’in karnavalıyla yakından benzerlikleri vardır.
Karnaval, Bakhtin’in deyimiyle kişilerin gerçek yaşam koşullarından bayram olarak belirlenen tarihlerde uzaklaşıp masalsı bir zaman düzleminde hep birlikte gerçekleştirdikleri çoğu zaman da kimliklerinden sıyrılarak gerçekleştirdikleri bir çeşit törendir: “Folk eğlencesinin vazgeçilmez öğelerinden biri taklitti yani giysilerin ve toplumsal imgenin yenilenmesi. Başka bir temel öğe de hiyerarşik düzeylerin tersine çevrilmesiydi: Soytarı kral ilan edilir” gibi (102). Cücelerin yaşadıkları komün hayat birçok özelliğiyle karnavalesk özellikler taşır ve Sarayda gerçekleştirdikleri gezi küçük bir karnaval modelini temsil eder. Bir merak duygusuna kapılarak şehre gelip gördükleri saraya girmeyi kararlaştıran cüceler, Yusufçuk’un önderliğinde nöbetçilere yakalanma korkusu konusunda cesaretlendirilerek içeri sızarlar. Metinde, sarayda yaşayanlara ve sahiplerine dair hiçbir detay verilmemiştir aslında. Anlatıda buna dair hiçbir detayın verilmemesi ve anlatı boyunca da sarayda cüceler dışında kimseyle karşılaşılmıyor oluşu manidardır. Adı üstünde hikâyenin geçtiği mekânın “saray” olarak adlandırılması, orada yaşayan, varlığı bilinen kral gibi birtakım soylu kişilere işaret eder fakat anlatı boyunca bu kişilerin anlatıya dâhil olması ya da görünmesi bir yana ismi dahi geçmez. Yalnızca muhafızlarla korunduğuna dair tek bir detayın bilindiği saraya girişte, cücelerin eyleminin gizli ve kural yıkıcı ancak kurnazca olduğunun altı çizilmiştir: “Sarayın içi karınca üşüşmüş gibi orman cüceleriyle doldu. Artık sarayın sahipleri bizlerdik” (Nâzım Hikmet 7). Bu noktada, Bakhtin’in karnaval sırasında halkın eğlenmek adına taklit ve toplumsal imgenin yenilenmesine başvuruşu cüceler için de geçerli olur. Nitekim “Alt ve orta sınıf, ruhbanlar, din öğreticileri, öğrencileri ve korporasyon mensupları bu folk eğlencelerinin asıl katılımcılarıydı” (Bakhtin 103). Daha ilk andan itibaren cüceler sarayın asıl sahibini taklide başlarlar ve kimse tarafından fark edilmeyen, bir manada sıradan, herkes gibi, yani halktan olan bu kişiler farklı bir ritüele adım atarlar. Bu ritüelin kendisi ise karnaval ile koşut özelliklere sahiptir. Bakhtin’e göre,
Karnaval, sahneye çıkılmaksızın ve icracılarla izleyiciler arasında bir ayrım yapılmaksızın gerçekleşen bir törendir. Karnavalda herkes etkin bir katılımcıdır, karnaval edimine herkes katılır. Karnaval izlenmez, hatta daha doğru bir dille icra bile edilmez; katılımcıları karnavalın içinde yaşarlar, karnavalın yasaları yürürlükte olduğu sürece bu yasalara göre yaşarlar; yani, karnavalesk bir yaşam sürerler. Karnavalesk yaşam alışıldık seyrinden çıkmış bir yaşam olduğu için de, bir ölçüde “ters yüz edilmiş bir yaşam”dır, “dünyanın tersine çevrilmiş tarafı”dır. (238)
Kimsenin fark etmediği cüceler burada sarayın asıl sahibi yerine geçip “dünyanın tersine çevrilmiş tarafı”nda bir karnavalda gibi eğlenirler. Öyle ki bu hâllerini şöyle aktarırlar: “Sırmalı perdelerin altın kakmalı kornişlerin ipekli halıların üstünde ter ter tepiniyorduk. Kocaman yaldızlı kapılar açıyor odalara girip çıkıyorduk” (Nâzım Hikmet 8). Kendilerine ait bir karnavalın içinde cüceler hep birlikte eğlenirlerken diğer cüceler içinde kendini ön plana çıkarmasıyla daha en baştan belirginleşen Yusufçuk cüce karakterinin söylemi dikkat çekicidir. Bakhtin’e göre,
Sıradan, yani karnavalesk-olmayan yaşamın yapısı ve düzenini belirleyen yasalar, yasaklar ve kısıtlamalar, karnaval boyunca askıya alınır: askıya alınanların başında da, hiyerarşik yapı ve bu yapıyla bağlantılı tüm korkutup sindirme, hürmet, dindarlık ve adabımuaşeret biçimleri gelir -yani, sosyo-hiyerarşik eşitsizlikten veya insanlar arasındaki (yaş da dâhil olmak üzere) herhangi başka bir eşitsizlik biçiminden kaynaklanan her şey. İnsanlar arasındaki tüm mesafeler askıya alınır ve özel bir karnaval kategorisi yürürlüğe girer: insanlar arasında özgür ve içli dışlı, teklifsiz, samimi, sıcak bir temas. (238)
Oysa Yusufçuk yukarıda bahsi geçen bu sıcak teması gerçekleştirirken itici bir güç işlevi görür gibidir Sarayda’da. Bir sahnede, Yusufçuk diğer cücelere bakar ve aynada kendilerini seyreden Küçük Gemici ile Değirmenci cüceleri hakir görür: “Doğrusunu isterseniz hiç de aynada bakılacak kıyafetleri yoktu. İçlerinde aynaya bakıp elbiselerinin şıklığı ile iftihar etmesi lazım gelen bir ben vardım. Fakat beni aynanın yanına çıkartmadılar” (Nâzım Hikmet 14). Giysilerin kılık kıyafet ve görünüşün karnavallar boyunca ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu dile getirmek elbette ki bir malumu ilam etmek olacaktır. Buna işaret edişinin dışında bu tip söylemleriyle metin boyunca anlatıcı sesi ile Yusufçuk örtüşerek okurla buluşur ve Yusufçuk ötekiler içinde anlatıya öncelikli bir pozisyonda dâhil edilmiş ve sürekli kendisini öne çıkaran bir karakter sergiler. Kendini diğerlerinden daha üstün görmeye meyilli bu karakterin kral yahut soylu kişi yerine geçmiş bir alt tabaka kişisi olarak düşünülmesi yanlış olmayacaktır. Nitekim Yusufçuk’un alayla ya da davranışlarının kısıtlanmasına varan tepkilerle karşılaştığı anda başvurduğu bir davranış metin boyunca takip edilebilir durumdadır: cüceleri kışkırtarak onları kendi fikri doğrultusundaki eyleme itmek. Bu noktada Sarayda karnavalı Bakhtin’inkinden ayrışmaya başlar. Diğer tüm cüceler kimi özelliklerine, beceri hatta beceriksizliklerine göre isimlendirilirken Yusufçuk’un bir özel isme sahip olması da yine onu ayrıştıran ve görece onu üstün konuma taşıyan bir simge gibidir. Anlatı boyunca Yusufçuk’un harekete geçirici her kışkırtması cücelere karnavalesk ögeleri pekiştirecek edimler sergiletir. “Hayatta geçirgen olmayan hiyerarşik engellerle birbirinden ayrılan insanlar karnaval meydanında özgür ve teklifsiz bir temasa girerler. Sıcak, samimi temas kategorisi keza, kitlesel eylemlerin özel örgütlenme şeklinden, özgür karnaval jestlerinden ve sakınmasız karnavalesk sözden de sorumludur” (Bakhtin 238). Bu noktada metnin soyluları hiç anlatıya dâhil etmeyişiyle halk ve soylular arasında bir hiyerarşi yaratması gibi bir durum söz konusu olmadığından kitlenin yine kitle içinden biriyle harekete geçişi söz konusudur ki bu tamamiyle metne dair bir noktayı öne çıkartır. Yusufçuk kitlenin bir parçası olmakla kalmaz bir şahsiyet kazanır, bireyleşir. Yusufçuk’un onunla alay eden cücelerin ilgisini bir başka yöne çevirmek adına onları balo salonuna yönlendirişi de bu şekilde gerçekleşmiştir. Burada cüceler tam da karnavalesk bir eğlence içine girmişlerdir: “Herhâlde sarayın dans salonu şimdiye kadar böyle parlak bir balo görmemişti. Dansların her nevini yaptık. Zeybek oyunundan fokstrota kadar ne kadar dans varsa hepsi büyük bir neşe ile yapıldı. Mızıkamız yoktu. Fakat biz sıçrayıp hopladıkça tavandaki avizeler sallanıyor billurları birbirine çarpıyor güzel bir orkestra gibi bize tempo tutuyordu” (Nâzım Hikmet 20). Bu yorucu eğlencenin ardından bu kez hep birlikte istirahat amaçlı gidecekleri yatak odasını aramaya koyulduklarında odayı bulan yine önderliğiyle ve yatağa atlayışıyla diğerlerini kışkırtıp onların da yatağa atlamasını sağlayan bir başka deyişle taklit edilen şahsiyetiyle Yusufçuk olur. “Beni gören orman cüceleri dururlar mı?” (22). Fakat bu eylemle başlarına gelen artık “karnaval”larının sona erdiğinin sinyalleri gibidir. Somya kırılmış, cüceler yaralanmış, doktor cüce onları tedavi etmeye başlamıştır. Birden bire yatağın kırılma sesinin yarattığı etkiyle, onlara doğru geldiğini düşündükleri saray eşrafından kaçmak adına harekete geçerler ve cüceler yine Yusufçuk’un önderliğiyle sarayı terk ederler.
Bu terk edişle birlikte karnavallarının resmî bitişi gerçekleşmiş olur ki bu bitişle cüceler, sarayın eşrafı kendileriymiş gibi davrandıkları bu kısıtlı karnaval sürecinde, asıl saray eşrafını taklit etmeyi gerçekleştirebilmiş, kısa süreliğine de olsa hiyerarşik düzende onlardan üstte olan bu kişilerin yerine geçebilmiş, tıpkı Bakhtin’in karnavalında olduğu gibi, karnaval için belirlenen süre içerisinde kural ve kaideler yokmuşçasına özgürce eğlenip soyluların yerine geçebilmişlerdir. Tüm bu benzerliklerin dışında, Sarayda serüveniyle Bakhtin karnavalını ayıran en temel gösterge, burada soylularca onaylanmış ve gerçekleştirilmesine izin verilmiş bir karnavalda değil, gizli ve kuralları gerçek anlamda yıkmakla gerçekleştirilmiş bir karnavalda eğlenilmiştir ki bu başkaldırı Nâzım Hikmet’in kaleminden çıkan bu eseri tam manasıyla kendi eseri olarak imzalayışıdır. Karakterleşmiş bir kahraman olarak Yusufçuk gibi düzene başkaldıran kişiler oldukça, yalnızca soyluların belirttiği sınırlar içerisinde değil kendi belirledikleri sınırlar içerisinde de özgür bir karnaval yaratılabilir. Ne yazık ki nihai noktada göze çarpan düzenin kurmuş olduğu hiyerarşinin karşısına kendi öz iradesiyle yeni bir cüceler arası hiyerarşi kurulmasıdır ki bu da metnin parodisi olsa gerektir.
Kaynakça
Bakhtin, Mikhail. Karnavaldan Romana: Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazılar. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 2001.
Nâzım Hikmet. Sarayda. Res. Ayşe İnan Alican. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2017.