Ignás Kúnos, 1860 Macaristan doğumlu, Türk halk edebiyatının Batı ülkelerine tanıtılmasına yardımcı olan Macar Türkologtur. 44 Türk Peri Masalı adlı eser de araştırmacının derlemelerinden oluşur.
Ignás Kúnos, 1860 Macaristan doğumlu, Türk halk edebiyatının Batı ülkelerine tanıtılmasına yardımcı olan Macar Türkologtur. 44 Türk Peri Masalı adlı eser de araştırmacının derlemelerinden oluşur. Eserin önsözünde Kúnos, hayatların mucizevi olaylarla kesiştiği, kaderi dervişlerin ya da büyücülerin belirlediği, üç başlı-yedi başlı ejderhaların kol gezdiği, şeytanların mutluluğa engel, perilerin rehber olduğu bu hikâyelerin peri masalı kategorisine girdiğini söyler (14). Derlemede yer alan masallar Batı ve Doğu kökenli bir çok masalla benzerlik gösterir ve yeniden uyarlamalara ilham olur. Söz ve müziği Şevval Sam’a ait Gül Güzeli şarkısının hikâyesi bu masallardandır. Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filminde resminden görüp aşık olma hikâyesi de derlemedeki masalları anıştırır. Nitekim klasik Türk edebiyatının sık tekrarlanan motiflerinden biridir bu.
1800’lerin sonunda derlenen, dönemin toplumunun tandır başında, cami avlusunda birbirine anlattığı hikâyelerin günümüz gerçekliğinde ve edebiyatında hâlâ yeri olsa da değişen toplumsal yapı ile birlikte anlamını kaybeden başka bir hâle dönüşen kavramlar da vardır. Bunlardan biri “peri” kavramı diğeri de “korku” kavramıdır. Günümüzde peri kavramı ağırlıklı olarak sihirli güçleri olan olağanüstü güzele karşılık gelse de, sözlü kültüre baktığımızda kavramın zamanla sadece tek bir tipe indirgendiğini görürüz. Periler diyarı padişahıyla, prensi, prensesi ve ‘arabı’yla zengin bir alemdir. Bunun yanında adı peri olmasa bile peri vazifesi görenler olur. Peri olmayı belirleyen özellik; kahramana rehberlik etmesidir. Yani dış güzelliği değil ahlakî ve aklî fonksiyonu perilik makamını verir. Peri kimi zaman bir yılan kimi zaman bir dev anası hatta cadı bile olabilir. Peri tanımının daha kapsamlı olduğu bu tip anlatılarda, korku kavramı da bugünkü yoğunluğundan daha sade bir anlatıma sahiptir. Okur olarak günümüz dünyasının korku kavramı ile masallara yöneldiğimizde hortlaklar, canavarlar, devler cadılar şeklinde ilerleyeceğimizi sanırken bu unsurların bir çok yerde rehber/peri olduğunu görmek şaşırtıcıdır. Bu durum bahsettiğimiz kavramların toplumdaki tezahürü değişince, korku duygusu ve korkutan unsurların sözlü ve yazılı edebi metinlere yansımasının da değiştiğinin göstergesidir.
Günümüzün korku felsefesine ilişkin Lars Fr. H. Svendsen korkunun ruhsal, fiziksel ve toplumsal tezahürlerinin olduğunu söyler. Korkunun cazip yanından, güvenlik ile olan ilişkisine, baskı aygıtı özelliğine ve edebiyata sanata yansımasına kadar ele alır. Svendsen’un ele aldığı korku reddedilemez biçimde güncel bir korkudur. Ancak 44 Türk Peri Masalları’nda ise Svendsen’un ele aldığı kadar kompleks bir korkudan söz edemeyiz. Ben bu yazıda Svendsen’un korku felsefesinden hareketle güncel korku ile peri masallarının korku temini birlikte okumaya çalışacağım.
Svendsen modern dönemde, kitle medya aracılığıyla bir korku paranoyası yaratıldığını ve medya ürünü olan eserlerin bu korkuyu öne çıkarıp korkuya gerçeklik kazandırdığını söyler. Peri masallarımızda ise korku ön plana çıkmaz. Korku ile ruhsal bir temastan daha çok fiziksel bir karşılaşma yaşanır ve anlatıda korkulacak unsurdan daha çok korkunun üzerine giden kahraman ön plana çıkartılır. Gerçeklik kazanan şehzade, kahraman, padişah, yani cesaret gösteren karakter olur. Korku unsuru karakterse gerçekliğinden hep şüphe edilen etmen rolünde kalır. Svendsen korku kültürünün yayılmasında kişisel gelişim kitaplarının da etkili olduğunu söyler. Bu kitaplar her an gerçekleşecek bir kıyamet hissi vererek okuru korku dolu bir yaşama hapseder. Kúnos’un derlediği sözlü kültür metinleri ise okurun devam eden bir süreçte olduğunu, cesaret ve sabırla her şeyin geçeceğini hissettir. Her türlü kavga bereden mutlu sonla çıktığı için umut ve devam etme hissini yükler okura. Bu masalların kurgusunun "kahramanın sonsuz yolculuğu" çizgisinden çıkmamasından ve bir döngünün tamamlanmasından da olabilir.
Modern dönemde karşılaştığımız korku tabiri bir çok boyutu iç içe geçmiş ve özellikle kaygı kavramı ile de birleşmiş bir hâldedir. Modern dönemde korku ve kaygı birbirinde keskin bir şekilde ayrışabilen iki ayrı kavram gibi duramaz. Nitekim korku ve kaygı felsefede birçok filozofa konu olmuştur, Jaspers ve Kierkegaard gibi varoluşçu filozoflar bu iki kavramı birbirinden ayırır ve korkunun belirli bir şeye yöneldiğinin, kaygınınsa nesnesinin olmayışının altını çizerler. Korkunun bir nesnesi olması üzerine gidildiğince yenilebilecek bir hedef hâline getirir onu. Üzerine gitme eylemi ise cesaret ile yapılır. Bu Platon’dan beri gelen korkuyu ahlaki bir meselede ele alan görüştür (Schulz 7-18). 44 Türk Peri Masalı’nda da karşılaştığımız korkular çoğunlukla bir nesneye aittir. Kahraman korku anı ile karşılaşınca refleks olarak ürperir. Başka bir deyişle, fiziksel olarak tepki verir ama eylemde kalarak korku ile mücadele etme yöntemini bulur. Korku kaçınılan bir şey değil üzerine gidilen, gidildikçe güçsüzleşen ve kahramanı güçlendiren bir unsur olarak ele alınır. Korkutan şey korkutuculuğunu uzun süre devam ettiremez. Cesaret karşısında kaybolur. Cesareti elinde tutan korkunun sahibi olur. Bu sebeple sabit bir korku unsurundan bahsetmek pek mümkün değildir. Çünkü korku unsurunu ahlaki bir öğe; cesaret oluşturur.
Yine modern dönemde korku ve güven ilişkisi iç içedir. Korku güvensizlikten beslenirken masalların dünyasında korkunun bu şekilde bir kompleks yapısı yoktur. İlk karşılaşma ve dış görünüşe verilen tepkiyi “korku” diye adlandırılır. Korku üzerine çalışmalar yapan uzak doğu filozofu Krishnamunti: “Bir şeyle karşılaştığınız anda korku yoktur. Yalnızca düşünce araya girdiğinde korku vardır” der (19). Bu felsefeyi benimseyerek, masallarda zihinsel sürecin dahil olmadığı ilk karşılaşma tepkilerinin, korkmak değil ürpermek olduğu söyleyebiliriz. Bu noktada 44 Türk Peri Masalı’nda bilinemez bir durumdan ötürü oluşan korkular ender olmakla birlikte, bilinemez durum karşısında merak duygusu ve bilme isteği korkudan daha baskındır. Masallarda hepsinde korkma tepkisi gerçekleşmediği gibi arayış ve süreç özelliği taşıyan kimi masallarda korku unsuru hikâyede yer de almaz. Ancak korkmanın yer aldığı masallar incelenebilir.
Masalları Korku Odaklı İncelemek
“İki Kardeş” masalında padişahın askerleri atlarını su içirmek için dereye yanaştırır. Ağaçtaki güzel kızın suya yansımasını gören atlar ürperir ve geri çekilir (18). Atları suda ürperten şeyin ne olduğunu bulamamaksa padişah ve adamlarının korkmasına sebep olur (19). Atların korkma eylemi sadece bir karşılaşmaya verilen tepki iken, padişah ve adamlarında zihinsel süreç devreye girdiği için korku oluşur. Ama korkup uzaklaşmak yerine merak edip sebebi bulurlar. Bu masalda cadı kadın ifadesi olsa bile cadı daha çok aklı ile çözüm bulan bir fonksiyondadır ve korkutucu bir özellik taşımaz aksine masalın mutlu sona ilerlemesine rehber olur.
“Üç Portakal Peri” masalında ise ilk korku padişah ve lalasının yürürken karşılarında birden bire beliren dervişi görüp korkmalarıyla belirir (29). Korku burada fiziksel bir tepkidir, içsel bir karşılığı yoktur. Üç portakal periyi aramak için yola düşen şehzade, ikinci korku unsuru olabilecek dev anası ile karşılaşır: “Ucu bucağı görünmeyen bir ovada aniden kocaman bir dev anasına rastlamış”, “Bir ayağı bir tepede, öteki ayağı diğer tepede, ağzında reçinesini çiğnerken çıkardığı garip sesler ötelerden duyuluyormuş. Kolları kocamanmış, nefesi fırtınalar koparıyormuş bu dev anasının”(31). Ancak şehzade dev anasını kızdırmadan konuşmayı bilir ve bu masalda dev anası şehzadenin engeli değil rehberi olur.
“Suskun Prenses”te; şehzade lalası ile birlikte suskun prensesi aramak için yola koyulur. Bu masaldaki korku unsuru suskun prensesin oturduğu kaledir. Bu kale insan kafa taslarından yapılmıştır. “Bu kafalar prensesi konuşturma çabası yolunda can verenlerin kafaları. Ya hedefimize ulaşırız ya da bizim kafalarımızda aynı amaç için kullanılır” (45) ama bu korkunç kale kahramanımızı yıldırmaz, aklı ve ısrarı ile masalı mutlu sona erdirir.
“Kahraman Kara Mustafa”da Mustafa’nın karısı yanında olmadan dışarı çıkmaya cesaret edemeyen bir adamdan nasıl 40 devi alt eden bir adama dönüştüğü anlatılır. Bir yanıyla bildungsromanları andıran masalda Mustafa’yı karanlıkta tek başına kalınca korkudan ağlatan sebebin ne olduğu söylenmez (52) ancak bir laf oyunu ile güçlüymüş gibi yaparak korkulacak karaktere nasıl dönüştüğü anlatılır. Aldığı bir bıçağı bala bulayıp sinekleri öldürür, bıçağın üzerine de: “Büyük Kahraman Kara Mustafa bir vuruşta altmışını öldürdü, ikinci vuruşta yetmişini!” yazdırır (52). Bir ağacın altında bıçağı toprağa saplayıp uykuya dalar. Civarda yaşayan 40 dev kardeşten gezintiye çıkan bir tanesi Mustafa’yı ve bıçağını görür. Yazıyı okuyunca korkuya kapılır (52). Burada ürperme değil korkma eylemi gerçekleşir. Çünkü bıçağın üzerinde yazanların gerçek olmuş olma düşüncesi devi korkutur. Uykudan uyanan Mustafa’ya “Biz kırk deviz. Eğer lütfedip bize katılırsan 41 olacağız” (52) diyerek çeteye katılması için yalvarır. Çeteye katılan Mustafa aklını kullanarak devlerin kendisinden daha da korkmasına sebep olur. Çok korktukları Mustafa’yı öldürme planları yapan devler planları duyup tuzağa tuzakla cevap veren Mustafa’nın kudretinden daha da korkar ve Mustafa’yı en güçlü devle dövüşmeye ikna ederler. Mustafa içten içe korksa da en güçlüymüş rolünden çıkmadan mücadeleye devam eder. Mustafa’nın kendisini karşısındaki devden güçlüymüş gibi göstermesi ve devi hafife alır tavrı, devin korkup geri çekilmesine sebep olur. Sonuç olarak devler Mustafa’yı altınlara boğarak ve yalvararak kendi evine dönmesine ikna ederler. Yanında bir devle eve yaklaşan Mustafa’yı gören karısı: “Korkak koca bir devle geliyor.” diye seslenir (54). Ama Mustafa aklını kullanarak bütün ahalinin devi nasıl kaçırdığını görmesini sağlar. Bu masalda korku unsuru ne devlerdir ne de Mustafa. Mustafa’nın –mış gibi yaptığı korkusuzluğu ve olmayan kahramanlığı onu korkulacak şeye çevirir. Burada korku düşünce ile oluşur ve zihinsel bir süreçtir. Korkunun nesnesi ise bilinenden bilinmeyene yaklaştığı için neler yapabileceğini bilememek kaygısıyla işin içine girer.
“Büyücü Derviş” masalında da eli kırbaçlı büyücü bir derviş ve cadı anne figürleri bulunur. Büyücü dervişi ikna edip atlatmanın yolu “Biliyor musun?” denen soruya “Bilmiyorum” cevabını vererek hiçbir şey bilmediğini ikna etmektir. Cadı anneyi ise kahramanlar akıllarını kullanarak hile ile atlatırlar. Korku hâlini yaşamak yerine devam etmek için hep bir eylemde kalınır. Korku masalda karakteri hapsetmez, çünkü varoluşsal bir sancıya sürükleyen türde korku değildir. Bilinçaltında ya da bellekte karşılığı aranarak cevap verilmez, kahraman “şimdi” de kalarak korku ile mücadele eder. Süreç bir yakalamaca oyunu gibi işler.
“Balıkperi”ye gelince, bu masalda Balıkçı Mehmet ve Balıkperi birbirlerini severken, bu kadar güzel perinin kendisine ait olması gerektiğini düşünen padişah, Balıkçı Mehmet’e kızı alabilmesi için gerçekleşmesi mümkün olmayan görevler verir. Mehmet, Balıkperi ve Arap sayesinde hepsinin üstesinden gelir. En son hem bir yaşından küçük hem konuşan bir bebek ister. Bebeği de getirir. Bebek padişaha istediği şeylerin akıl kârı olmadığını söyleyerek tokatlar atar. Padişah “Yeter ki bebeği benden uzak tutun” diyerek sevgilileri azad eder (64). Bu masalda tek korku nesnesi, padişahın yüzüne hakikati vuran bebektir. “Altı Dev ve Cadı”da ise kızına eziyet eden cadı bir anne karakteri ve yılandan yapılmış bir kırbaç yer alır (68). Ama güçlü olan yine iyi olanlardır. İyi olan korkuyu da eline alır.
“Avanak”ta üç başlı bir dev ve onunla karşılaşmama yolları anlatılarak başlanır. Masalların karakteristik yapısı mücadeleci ve çözüm yolu bulucudur (71). Dev ile ilk karşılaşmada korkudan titreme eylemi gerçekleşir (71). Bu masalda ürpermenin yanında zihinsel olarak da korku zuhur eder. Dev de bu masalda alışılmıştan farklı davranan kişiden korkar. Kardeşlerini kurtarmak için gelen üç abiden hazırladığı düzeni bozan küçük kardeş devin korkmasına sebep olur (73). Bir şeyleri farklı yapması devin bilmediği bir sonuca açılır ve bu korkuyu doğurur. Genç devle karşı karşıya kalınca da cesaretle devam eder. Gençten avanak diye bahsedilir: “Avanak, öyle bir güçle mızrağını fırlatmış ki devin ruhu burnundan çıkmış”(74). Genç, korkutucu bir şeyle karşılaştığı zaman kaçmak yerine mücadele etmeyi tercih eder: “Ne kadar yalvarırsam yalvarayım sakın beni dışarı çıkarmayın”( 74). Direkt olarak bir nesneye yönelen korku ve düşüncenin doğurduğu korku bu masalda karşımıza çıkar.
“Sihirli Sarık, Sihirli Kırbaç ve Sihirli Seccade” masalında ise dev karakterini, kahraman korkutur. Kahraman sihirli sarık, seccade ve kırbacı kullanarak devin korkmasını sağlar. Hatta görünmez bir şekilde masaya oturduğu sahne şöyledir: “Dev ve prenses üçüncü bir kişinin de onlarla beraber yediğini fark ettiklerinde korkudan bayılmışlar.” (80). “Kel Mahmut” masalının ise absürt denebilecek bir anlatımı vardır. Bu masalda da kahramanımız çok avanak olup kurnazlıkla nam salar ve kurnalıkla avanaklık arasında gidip gelen Mahmut diğer karakterler için garip davranışlarından ötürü bir tehdit oluşturan, yani korkulan kişi olur (84).
“Fırtına İblisi” masalı padişahın ölmeden önce tahtını, mezarının başında üç gün duran kişiye vasiyet etmesi ile başlar. Büyük oğlanın denemesi, şöyle anlatılır: “Karanlığın içinden korkunç bir ses gelmiş ve karanlığın içinden topuklarını vura vura, hiç durmadan koşmuş.”(87). Bu noktada kaçtığı ne, bilmediği şeyin bilinmezliğini mi düşünerek kaçıyor, yoksa bildiği bir canavar olabileceğinden mi korkup kaçıyor? Bilemiyoruz. İkinci oğul da korkup kaçar. Sıra küçük oğlana gelir. Hikâye şu şekilde devam eder: “Gece yarısı sanki gök ile yer yarılıyormuşçasına korkunç bir ses duyulmuş. Genç, sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başlamış ve ileride devasa bir ejderha ile karşılaşmış.” (88). Böylece korkuya karşı cesareti seçen küçük oğlan masalın kahramanı olur. Ejderha ve fırtına iblisi ile savaşır. “Fırtına iblisi o kadar güçlüdür ki kimse onu yaralayamaz, hiçbir göz onu göremez; rüzgâr gibi gelir, rüzgâr gibi yok olur şeklinde anlatılır (90). Devden ise şeytani entrikalar sahibi diye bahsedilir (91). İblis bu kadar korkunç anlatılsa da iblisin de cesur şehzadeden korktuğu, o saraydayken kaleye gelmeye cesaret edemediği söylenerek güçlü olma vasfı şehzadeye verilir (91). Aslan, kaplan, Zümrüdünka’nın “Buraya nasıl geldin yolda hiç korkmadın mı” (92) soruları ise şehzade karakterinin korkusuzluğunu ön plana çıkarır. Devse bu masalda canavar olarak yer alır. Masal ejderha, aslan, kaplan, iblis figürleri ile korku unsuru bakımından zengindir. Ancak korkuyu ele geçiremezler. Baskın olan duygu Mehmet’in korkusuzluğudur.
“Kırk Prens ve Yedi Başlı Ejderha” masalında ise yedi başlı ejderha karakteri genç adamla boğuşunca altta kalır (108). “Dağları sallayan korkunç bir çığlık” (109) yükselir ve daha korkunç bir ejderha, “Çampalak”, kardeşinin intikamını almaya gelir. Bu katlanarak dönüş “ateşi tüküren ve kükreyen dev bir ejderha gördüklerinde hepsinin içini büyük bir korku kaplamış” şeklinde anlatılır (109). En nihayetinde korkunç canavar, tılsımı öldürülerek alt edilir. Peri masallarında, iyi ya da kötü olağanüstü güce sahip olanları hayatta tutan bir tılsım vardır. Yardımcı karakterler de bu bilgiye sahiptir. Bu sebeple tılsımı öldürmenin canavarı ya da periyi öldürmek anlamına geldiğini bilirler. Yok edilebilir olduğunu bilmek, korku unsurunun gücünü zayıflatan bir sebeptir.
“Kamertay”da ise kahramanımız sevdiği prensesi elde etmek için çocuklarını öldürmeye kalkan devden, prenses Kamertay’ın yardımı ile kurtulur. Masalın perisi tay, engeli devdir. Devin caniliğine rağmen korku duygusu gelişmez. Korku duygusunun önündeki engel periye olan güvendir. Engelin yarattığı korku, rehberin yarattığı güven duygusunun altında kalır.
“Büyülü Nar ile Prenses Güzeli”nde ise Reh-dev karakteri yer alır. Anlatıda “90 yaşlarında yaşlı bir kadın gibi görünen bir insan görmüş. Saçları kar beyaz, göz kapakları kırmızı, kaşları iki ok gibiymiş; gözlerinden ateşler çıkıyor, tırnakları iki metre uzunluğunda ve bir değneğe yaslanarak havayı kokluyormuş.” (132) şeklinde tasvir edilense Reh-dev’in bahçesinin muhafızıdır. Bu bahçeye giren genç bir nar dalı koparır. Ardından “Faninin biri canımızı alıyor! Fani bizi öldürüyor.” diye yükselen ses karşısında korkuya kapılır (132). Peri masallarında bitkilerin eşyaların konuşması şaşılası bir durum değilken burada gencin korkmasına sebep olur.
“Ayna ayna söyle bana” ifadesine varana kadar Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalı ile benzeyen “Sihirli Tokalar” masalında, dünyalar güzeli nar tanesi, onu kıskanan ve öldürmek isteyen cadı annesi ve ormanda tanışıp nar tanesinin kardeş olduğu üç avcı vardır. Bu masalda hiç solmayan gülün kuşa dönüşmesi, in ya da cin olma düşüncesi ile birlikte korkuyu doğurur (138). Öte yandan diğer kırk üç masalda olmayan bir varlık, “maymun” yer alır. Maymundan değil ama maymunun nar tanesine zarar vermesinden korkulur (139). “Ejderha Prens ve Üvey Anne”de ise hiç yavrusu olmayan bir padişah altı yavrusu olan bir ejderhayı görüp ah eder: “Ona altı yavru verene kadar bana bir tane verseydin,” der ve karşılığında karısı ejderhaya benzeyen bir prens doğurur. Siyah gözlü yılan adlı bu ejderha prens büyünün esiridir ama korku unsuru o değil, kızına kötülük yapmak isteyen üvey annedir. Bu masalda “karanlığın korkusuyla ürpermiş” (148) ifadesi dikkat çekicidir. Zira bu söyleyiş korkuya içkin ontolojik bir zeminde okunabilir.
“Sihirli Ayna”da dev-anne ve kılıcı ile meşhur Arap-uzengi karakterleri korkuyu oluşturur (154). Ama yine en nihayetinde herkesi korkutan “cesaret” olur. “Kuyu Cücesi”nde ise cüce karakteri olmakla birlikte korkuya sebep olan cüce değildir. Hatta cüce iyi ve sihirlidir. Bu masalda hem cüceyi hem de ormancıyı korkutan karakter; ormancının huysuz ve yaşlı karısıdır. Bu noktada korku yine ahlaki bir yerde durur.
“Kandahar Padişahının Kızı” klasik edebiyatımızda sıkça görülen motiflerden bir güzeli resminden görüp aşık olma eyleminin gerçekleştiği bir masaldır. Anlatıda at ve köpek kılığına giren bir cadıdan canavar diye bahsedilir. Korku unsuru olarak karşımıza çıkan canavardan ise “korkunç yaratık öylesine çirkinmiş ki ona iğrenmeden bakmak imkansızmış.” (170) şeklinde bahsedilse de lala ve şehzadenin sadık arkadaşlığı canavarı alt etmeyi başarır. “Büyücü ve Çırağı” masalında ise büyücülük günümüzde sıklıkla bir korku unsuru olarak kategorize edilse de bu masalda bir zanaatkar, meslek sahibi olarak işlenir (181).
“Yılan Peri ve Sihirli Ayna” masalında aynadan çıkan Arap karakterinden “bir dudağı yerde bir dudağı gökte genç onu görünce korkudan ölecek gibi olmuş,” (199) sözleriyle bahsedilir. Ama dış görünüşü korkunç olsa da bu Arap karakteri bir hizmetçidir ve kahramanımız ne derse onu yapar.
Öte yandan “Şehzade Ahmet”te Görkemli bir saray ve önünde nöbet tutan yedi başlı bir ejderha vardır (210) ve kahramanın bir vuruşuyla bu ejderhanın altı başı devrilir. Canavarlar dış görünüşlerinin korkunçluğu kadar kudretli değildirler. Veyahut devlerin de insanlardan korktuğu ya da öyle anlatılmak istendiği bir kültürün eseridirler. Bu masalda topal dev genç onu öldürmesin diye yalvarır (213). Nihayetinde Şehzade Ahmet’in canını tehlikeye atan ve en büyük engeli babasıdır.
“İki Kardeş” masalında ise “Umut ve korku ile çanağı almış”(224) ifadesinde umut ve korku bir arada geçer. Nefessiz ejderha karakteri yer alır. Bu ejderha kimi görse bakışıyla öldürür (226). Lakin kahramanımız onun ön ayağını kopararak kan kaybından ölmesini sağlar. “Şah Yusuf”taysa; Arap’ın efendinin bekçisi olduğu, devlerin rehber olduğu bir aşk hikâyesi anlatılır. “Kara Ejderha ve Kızıl Ejderha”’da kan akan bir çeşme ve ejderha ordusu yer alır (236). Ama bu ejderha ordusu gözleri açılmamış evini arayan bebeklerden oluşur. Ejderhanın sesi korkunç olarak anılsa da kötü niyeti olmayan insana zarar vermez. Hatta bu masalda iki kardeş olan kara ejderha ve kızıl ejderha kahramanın rehberleri olur. Kahramanın tek korkusu Porsuk dev tarafından çocuklarını kaybetme korkusudur. Bu korkudan azat olunca başka bir şeyden korkmaz (240). Son olarak “Üzgün Prenses”te prensesin görünce korkmasına sebep olan“yarı insan yarı dev” bir kahraman yer alır (246). Ama devin görüntüsünün aksine kendisi babacandır ve kızı evlat edinir. Ama prenses dev babasının sürekli olarak öfkelenme ihtimalinden korkar. Bu masalda artık dev figürüne dair ön yargı ve bundan ötürü oluşan kaygı devreye girer.
Diğer 43 masal bir yana, adı “Korku” olan masalda ise kahramanlardan kadın oğluna “Git kapıyı kapat korkuyorum.’’ der ve oğlan ‘’Korku nedir?’’ diye meraka düşer. Annesinin ‘’Biri korktuğunda hissettiğin şey’’ cevabı yeterli gelmez ve korkuyu aramak için yola çıkar. Bir ateş etrafında oturan kırk haydut görür. Haydutlar “Korkuyu arıyorum bulmama yardım edin.” diyen oğlanın cesaretine şaşırırlar (23). “Biz neredeysek korku oradadır” diye cevap veriler. Genci mezarlığa gönderirler. Ama çocuk hortlaktan korkmaz. Boş eve gönderirler ama genç inden de cinden de korkmaz. Sahilde bir gemiden çığlık duyar ve sorar: “Korkuyu mu buldunuz?” (25). “Suyun içinde bir şey gemimizi sağa sola doğru savuruyor, korkuyoruz.” cevabını alınca da suya atlar (25). Bir deniz kızı ile boğuşur yenemeyip çıkar: “Korku denen şey bu mu acaba?’’ (25) diye düşünür. Korkunun peşinde yorgun düşüp bir bahçeye geçip dinlenir. Güvercin kılığında üç peri kızı görür. Üçü de korkusuz gencin sağlığına kadeh kaldırır. Gençse “Fakat korkuyu bulana kadar dinlenemem, duramam.” diyerek yoluna devam eder (26). Bir süre sonra padişah seçimi için toplanan bir kalabalıkta bulur kendisini. Ritüele göre özgür bırakılan güvercin kimin başına konarsa padişah o seçilir. İki seferde de güvercin bizim gencin başına konar. “Fakat ben korkunun peşindeyim onu arıyorum, sizin şahınız olamam.” diye direnince eski şahın dul karısı: “En azından bu gecelik bu makamı kabul etmesini sağlayın; yarın ona korkuyu göstereceğim.” der (26). Genç yarın ceset olacağını anladığı halde mecbur kabul eder. Devamı şöyle anlatılır: “Sarayda yürürken tabutunun hazırlandığı, suların kaynatıldığı bir odaya gelmişler. Soğukkanlılıkla bu odaya yatmış, adamlar oradan ayrıldığında ise tabutu duvara dayamış ve yakmış. Tabutu kül ettikten sonra tekrar yatıp uyumuş.” (26). Sabah genç adamın canlı olduğunu görünce akşama sofra kurulur. Çorba kasesinin içine canlı bir serçe koyulur. Şahın dul karısı genç adamdan kasenin kapağını kaldırmasını ister. Kapak kalkınca kuş aniden kaseden uçuverir. Anlatıcı burada devreye girer:“Bu o kadar beklenmedik bir şeymiş ki genç sultan büyük bir şoka girmiş. İşte bu demiş sultan “işte korku budur” (27), “Günlerce korkunun peşinden uzun yollar gittiniz. Halbuki cesaretiniz ne kadar çok olursa olsun; yolculuğunuz boyunca korkunuzu da kalbinizin içinde taşıdınız. Korku tam da budur işte!” (27). Bu noktada padişahın dul karısının korku tarifi, dışarıda bir nesneye yönelen bir şeyden daha farklıdır. Dışarıda bir nesneye yönelen his, haydut olsun, hortlak olsun, cin olsun cesaretle üstesinden gelinir. Ama burada sunulan korku, kalpte tutulan ve kişinin içinde taşıdığı bir duygu olarak aktarılır. Yani içten geldiği vurgulanır.
Sonuç olarak, 44 Türk Peri Masalı eserinde korku unsurları öncelikle, korkunun içsel, zihinsel, fiziksel ve toplumsal olarak farklı tezahürleri ile anlatılarda belirir. Kültürün sözlü yansıması olan bu masallardan günümüze korku evrimine ve gelişimine devam ederek daha kompleks bir hal almıştır. Modern dönemde korku bir çok faktörden beslenen ve bellek-bilinçaltı ile birlikte okunan kaygı ile karışık bir yapı iken, bahsi geçen masalların dünyasında kaygı çok az yer etmekte ve korku belli bir nesneye yönelmekte, nesnenin üzerine gidilince de ortadan kalkmaktadır. Korku hâli değil, korkuyu alt eden cesaret hâli öne çıkartılır. Bu sebeple korku unsurları anlatıda zayıf kalır. Nitekim düşünce dolayımında oluşan korku da az yer kaplar. Korku, bir şeyle karşılaşınca oluşan refleks hâline bürünür. Korkmaksa zihinsel faaliyet iken, masal kahramanları bu faaliyeti yerine getirmezler. Çünkü korkulan şeyin bellek ya da bilinçaltındaki karşılığı ile ilgilenmeyip o an orada “şimdi”de tepki verirler. Bu sayede “zihin korkuyu yaratmadan düşünceyi kullanabilir” (Krishnamurti 20).
Kaynakça
Kúnos, Ignás. 44 Türk Peri Masalı. Çev: İ.Kürşad Yalçındağ. İstanbul: Tefrika, 2016.
Krishnamurti, Jiddu. Korku Üzerine. Çev: Anita Tatlıer, İstanbul: Ayna, 2000.
Svendsen, Lars Fr. H. Korku Felsefesi. Çev: Murat Erşan. İstanbul: Redingot Kitap, 2017
Schulz, Walter. “Çağdaş Felsefede Kaygı Sorunu". Korku ve Kaygı. Yöneten: Hoimar von Ditfurth. Çev: Nasuh
Barın. İstanbul: Metis, 1991: 7-18.