Soruşturma

Seran Demiral

Kazandığım ilk parayla ilgili hatıram hatırlamaya değer, çünkü kazandığım ilk para yazdığım romanın telifiydi. O sırada hâlâ çocuk yaşta olduğum için kitabın sözleşmesinde benimle birlikte annemin de ismi vardı mesela.

Çocuk Yazını “Paranın sanatla ve çocuk özneyle ilişkisini etik kodlarla yeniden değerlendirmek mümkün mü” sorusundan yola çıkarak yeni dosya konusunu “Paranın ve Çalışmanın Estetiği” olarak belirledi. Bu vesileyle çocukluk hafızanıza seslenerek öncelikle şöyle sormak istedik; çocukken aldığınız ya da kazandığınız ilk harçlığı hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız bunu okurlarımızla paylaşmak ister misiniz?

 

Doğrusu dosya konunuzu öğrenene kadar paranın çocuk edebiyatıyla ilişkisi üzerine neredeyse hiç düşünmediğimi fark ettim. Sanatla paranın ilişkisi, sanatın bir meta olarak değeri ayrı bir konu olarak önemli elbette. Bir yazar olarak kendi açımdan, edebiyata harcadığım emeğin karşılığında kazandığım küçücük meblağ olarak parayı düşünmem keza; kişisel ve politik bir anlamda önemli yine, konumuz bu olsa söyleyecek daha fazla şey bulurdum sanıyorum. Ne çocukken ne şimdi parayla ilişkim iyi olduğundan harçlıklarıma ilişkin hiçbir şey hatırlamıyorum.

 

Kazandığım ilk parayla ilgili hatıram hatırlamaya değer, çünkü kazandığım ilk para yazdığım romanın telifiydi. O sırada hâlâ çocuk yaşta olduğum için kitabın sözleşmesinde benimle birlikte annemin de ismi vardı mesela. Yani bir çalışan özne olmadığımı, yaşımın para kazanmak için yasal sınıra erişmediğini biliyordum o zaman da. Fakat parayla kurduğum ilişki açısından durumu somutlaştırmak için hatırladığım ve hatırlamadığım kısımları açmak isterim: bu parayı elden mi aldım hesabıma mı yatırıldı, o kısımdan emin değilim. İlk kazandığım paraya dokunup dokunmadığımı bile bilmiyorum ama neye harcadığımı çok iyi biliyorum. Arkadaşlarımla tatile gitmiştim. Kendime ait ilk param, akranlarımla, özgürce ilk tatilim. Bunun anlamı vardı benim için.

 

 

Çocuk yazınında paranın temsil biçimlerine ve çocuk öznenin parayla ilişkisine baktığımızda “çocuk işçi” örnekleminden hareketle para karşılığında çalıştırılmanın, çalışmanın önüne geçtiğini bu yüzden de pek makbul kabul edilmediğini görüyoruz. Özellikle toplumcu gerçekçi metinlere baktığımızda para ve çalışma temaları etrafında istismara uğrayan çocukların görünür kılınması söz konusu. Öte yandan parayla kurulan ilişkinin değişmesi ve paranın hem biçim hem de anlam olarak değişmesiyle kredi kartının resimli çocuk kitabında yer aldığını, yazları staj yapar gibi ya da harçlık biriktirmek için çalışan çocukları da görüyoruz. Sizce çocuk edebiyatında paranın temsili nasıl olmalı? Çocuk öznenin parayla ilişkisi edebiyat düzlemine nasıl taşınmalı? Çocukça çalışmak mümkün mü?

 

Soruların her biri hakikaten uzun uzadıya tartışma açacak derinlikte, yoğunlukta. Ben yine bildiğim yerden yanıt vermeye çalışayım. Öncelikle, çocuğun parayla ilişkisini edebiyat ve kitaplar açısından düşününce gözümün önünde canlanan ilk şey satın almak istediği kitap için harçlığı yeterli gelmeyen çocuk oluyor. Fuarlarda bilhassa, bu durumla yazarlar, stant çalışanları sık karşılaşır. Son zamanlarda artan zamlar karşısında içinden çıkılmaz bir hâle doğru gidiyor bu durum; ne yazık ki kültürel aktiviteler, okuryazarlık, ikinci plana kolaylıkla atılıyor. Hâlbuki edebiyat da sanat da yaşamsal gıdamız, tabir-i caizse insana özgü besin maddeleri. Hâliyle, mutfağa harcadığımızı kitaplığımıza da harcayabilmeliyiz. İdealist bir şey söylediğimin farkındayım. Şimdiyse çocuğun “çalışması” konusunda hiç ideal gelmeyecek bir yerden devam edeceğim: hangi sosyoekonomik arka plandan gelirse gelsin, çocuğun parayla ilişkisi doğuştan başlıyor zaten. Söylenenin aksine rızkıyla gelmiyor, gerçekçi olursak hane halkına “masraf” olarak geliyor çocuk. Kendini bildiği, konuşarak kendini ifade etmeye başladığı andan itibaren ise talepleri karşısında “para” eksiğini bir bahane olarak duyuyor, paraya ihtiyaç duyduğunu bilerek büyüyor.

 

Paranın Felsefesi isminde oldukça ilginç kitabında sosyolog Georges Simmel, paranın insanla etkileşimi noktasında, insanların meta karşısında aynılığından söz eder mesela. Para hepimiz üzerinde aynı oranda güce sahip, bizim onun ne kadarına sahip olduğumuzsa toplumdaki gücümüzün belirleyicisi. Dünyanın ortasında çocuk, bu gerçeklerden azade büyümüyor elbette. Zengin ya da yoksul doğmanın ne anlama geldiğini bildiği kadar, paraya arzu duyarak da büyüyor. Burada mesela arzu duyulanın paranın kendisi mi yoksa parayla sahip olacakları mı olduğu önemli olan mesele. Paranın ortak ölçücü olarak bir araç olduğunun farkında olmalı insan, öyle değil mi? Parayla insanın kurduğu ilişkinin sorunlu yanı ne ise çocuğun parayı nasıl tanıdığı konusundaki riskli taraf da aynı. Ama çocukların ekonomik döngüdeki konumu açısından farklarının ne olduğuna gelecek olursak, yine tarihsel olarak çocukluğun dönüşümünü hatırlamamız gerekiyor.

 

Aslında, çocuğun ekonomiyle ilişkisindeki temel fark, geçmişte ekonomik olarak haneye katkı sunması beklenen çocuk öznenin bugün çalışmasının “yasak” olması. Çocuğu koruyan sözleşme kesin bir dille bunu söylüyor, değil mi? Fakat ekonomik sorunlar nedeniyle çalışmak, ailesine destek olmak zorunda kalan, hatta ailesinin ekonomik yükünü sırtlayan çocuk gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuz bir düzen içerisinde “18 yaş altındaki çocuklar çalıştırılmamalıdır, bu çocuk istismarıdır.” gibi bir cümleyi kesin bir dille kurmak bir bakıma anlamsızlaşıyor. Çocukları çalıştırmamanın değil, çalışma hayatlarındaki haklarını düzenlemenin gerekli olduğu bir zamandayız ne yazık ki. Zira kayıt dışı çalışan çocukların, haklarının peşine düşmeleri; çalışmalarının belgelenmesiyle mümkün. Dolayısıyla, evet, çocukların çalışmak zorunda olduğu gerçeği edebiyatta da kendine yer bulabilir. Ama buna “çocukça çalışmak” denir mi, çocukça çalışmak ne anlama gelir, bunu tanımlamak güç.

 

Edebiyat açısından, sanıyorum nasıl bir çocuktan ve çocukluktan bahsettiğimiz metne öyle ya da böyle yansıyacaktır. Kastettiğim şu: Hangi coğrafyada yaşayan, hangi arka plandan gelen, hangi iş kolunda çalışan çocuktan söz ediyoruz? Bütün bu değişkenler, çocukça değil ama çocuk ile, çocuğun yararını gözeterek düşünüldüğünde ancak bu konuyu tartışmaya açmak olası. Çocuklar çalıştırılmamalı demek ne kadar gerçeklikten uzaksa, dünya üzerindeki bütün çocukların haklarının mücadelesini ortak bir zeminde sürdürmenin yollarını aramak da o kadar hakiki ve gerekli. “Edebiyat, hakikatin gün yüzüne çıkması işlevini taşımalıdır.” anlayışına sahipsek çocuğun ekonominin içinde pasif ve aktif konumlarının farklı veçhelerini kurgusal evrenimize dâhil etmeliyiz.

 

 

Geç Dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk yıllarına, oradan da günümüze doğru uzandığımızda çocuklar için yayımlanan süreli yayınlarda ve medyatik içeriklerde banka reklamlarının ve sponsorluğunun ayrı bir yeri olduğunu gözlemledik. Zamanla reklam ve şarkılarla da desteklenen bu içeriklerde tutumlu olmayı özendiren/simgeleyen kumbara imgesi çocuk özneyle yakından ilişkileniyor. Siz bu ilişkiyi nasıl yorumlarsınız? Özellikle hatırladığınız ya da etkili bulduğunuz bir reklam var mı? (Geçmiş ya da güncel)

 

Harçlığımı değil ama ilk kumbaramı hatırlıyorum mesela! Bir bankanın promosyonu olan robot kumbaraydı bu. Hâlâ odamda durur. Bir başka bankanın kumbarası yine evimizde uzun süre bir nesne olarak durmuştu, hepimizin ismini cismini hatırlayacağı, “çocukça” hâle getirilmiş, şirinleştirilmiş bir reklam maskotuydu zira kendisi. (Reklam olmasın diye söylemiyorum ama eminim şu kadarcık ifademden ne olduğunu tahmin edenler vardır. Reklamın karşı konulmaz gücü!) İlginç değil mi, biz edebiyatta paranın temsili üzerine düşünürken -hatta kendi adıma, düşünmezken- konunun asıl özneleri olarak bankalar, çoktan işlevini yerine getirmiş, çocukları paranın nesnesine dönüştürmüş durumdalar.

 

Doğrudan tutumlu olmayla ya da paranın nasıl kullanılması gerektiğine ilişkin ‘öğretici’ manada herhangi bir reklam aklıma gelmiyor ama reklam konusunun kendisi reklamlarda oynayan çocukları, çocuk oyuncuları, sosyal medyadan para kazanan çocukları, influencer çocukları vb. çağrıştırıyor mesela şu anda. Medya ile çocukluk ilişkisi başlı başına derin bir konu olsa da çocuğun özne olarak kabulü, yasal kimliği, hakları ve istismar edilme riski gibi meselelerde büyük önem taşıyor. Düşünsenize , çocuklar, büyük uluslararası çocuk hakları örgütleri tarafından dahi “reklam yüzü” olarak kullanılıyor. Bağış kampanyalarında kullanılan çocuk görsellerini şöyle bir göz önüne getirecek olursak… Bundan daha büyük çocuk istismarı yok aslında, değil mi? Çocuğun nesneleşmesine göz yumarak, kimi zaman onun rızasını almadan çocuk görseli kullanarak çocuklar için para topladığımızda denklemin neresinde duruyoruz? Çocuk öznenin yararına hareket etmemiz davranışımızı haklı çıkarıyor mu? Yine de reklamın ürün pazarlama amacına dönecek olursak şampuan reklamları özellikle, cıngıllarıyla hafızamda taptaze. 

 

 

Çocuk edebiyatında para ve çalışmanın temsili sizce çocuk öznenin yetişkinliğine nasıl etki ediyor? Parayla ilişkimizi çocukluk hafızamız ve kültürel kodlarla ilişkilendirebilir miyiz?

 

Türkçede çocuklara parayı, ekonomiyi öğreten kitap eksikliğinin kültürel farklarla ilişkili olduğu muhakkak. Para her şeyimiz olsa da bütün konuşmalarımızın başını ekonomi çekse de para istemek, para konuşmak, hakkımız olan ücretle ilgili bir şey söylemek konusunda sıkıntılarımız vardır hep. “Para konuşmayı hiç sevmem/beceremem.” cümlesini hepimiz yakın çevremizden defalarca duymuş, muhtemelen bizzat kurmuşuzdur. Bu büyük bir gösterge bence. Türkçe çocuk edebiyatında yoksulluğa ilişkin imgeler canlansa da kafamda, parayla ilgili somut bir örnek bulamıyorum. Çok büyük ihtimalle tasarruflu olmakla ya da çocuğun biriktirdiği harçlıklarla bir şey satın almasıyla ilgili örnekler vardır.

 

Para ya da çalışmanın ötesinde, aslında çocukların gündelik hayatına dair anlatılacak her şey ziyadesiyle kültürel kodların yansımalarını barındırmakta. Pal Sokağı Çocukları, Küçük Hafiyeler- Emile ve Dedektiflergibi sokakta geçen klasikler geliyor aklıma kültürel atmosferin çocuk edebiyatına yansımasını düşündüğümüzde. Kendi kendine şehirler arası yolculuğa çıkan, ayakları üzerinde duran, şehirde güvenle seyahat eden çocuk temsili Alman edebiyatında mı daha çoktur Türk edebiyatında mı sözgelimi? Zamansal ve coğrafi faktörlerin etkisi kaçınılmaz. Çocuk tek başına bir yerden bir yere gittiği anda zaten özgürleşiyor ve bir yere gidebilmesi, toplu taşımaya binmekten tutun oturup bir şey içtiği anda harcadığı paraydan itibareb sokakta aktif bir özneye dönüşüyor.Tam o anda parayla ilişkisi normalleşiyor. Talep eden değil, araçsal değeri olan şeyi kullanan kişi konumuna geçiyor.

 

Bugün zamlar, fiyatlar, ekonomik kriz gündemi içerisinde çocuğun paradan bağımsız bir gerçekliği söz konusu olamıyorsa, belki bu durumun edebiyattaki temsili daha çok düşünülmeli hakikaten. Sadece çalışmak zorunda kalan çocuğun ya da gencin değil aslında “avantajlı” konumu olan çocukların da yine ailelerinden bağımsız, kendi harçlıklarını çıkarma gayretlerinden söz etmek mümkün. Kimi zaman yeni bir oyun almak için  paralarını biriktiriyor çocuklar. Ya da bu çağda artık influencer çocuklar varken ve çocuklar kripto para piyasasını takip etmeye başlamışken çocukların parayla ilişkisi hakkında daha derin bir soruya gidip çocuğun kazandığının mülkiyeti, çocuğun yasal hakları konuşulmalı belki de. Çocuğun kazandığı para kendisine ait olabiliyor mu? Çalışmaya ya da “para yapmaya” karar veren çocuğun kendisi mi? Bu sorulara verdiğimiz cevaplar ne kadar yaşadığımız toplumun kültürel kodlarına bitişikse edebiyattaki temsiller de o kadar toplumdaki nüansların yansımasını içerecektir.

 

 

Çocukken okuduğunuz ya da izlediğiniz kadarıyla (takip ediyorsanız günümüzde de) çocuk yazınında paranın temsili ve çocuk öznenin parayla ilişkisinin yansıtılma biçimi üzerine neler söylemek istersiniz? Unutamadığınız bir karakter var mı? (İnsan ve insan dışı canlılar, sınıfsal pratikler, para oyunları vb.)

 

Hiç düşünmediğim bir konuya bir çırpıda odaklanınca aklıma iki uç örnek geldi açıkçası: Bir yanda bir hırkaya vebir lokmaya muhtaç Kibritçi Kız, bir yanda milyarder oğlan Richie Rich… Edebiyattan değilse de hepimizin bildiği ve hiç yadırgamadan hatta bazen kıskanarak bazen gıcık olarak seyrettiğimiz çocuk. Düşündükçe, paranın aslında Tom Sawyer’da, Peter Pan’de, yani maceralarıyla tanıdığımız karakterlerin dünyalarında olduğu gibi hazine bularak/arayarak elde edildiğini, ya da Pippi Uzunçorap’ın korsan babasının altınlarıyla geçindiğini hatırlamamız mümkün. “Paranın çocuk edebiyatındaki temsili gerçekçi değil.” demek çok iddialı olacaktır elbette, ama hazine, sandık, değerli eşya gibi sembollerle “maddi değeri” çocuklara bir gizem, sır, miras olarak kalan ya da aranıp bulunan bir şey gibi anlatmayı seçmişiz sanki. Değerli bir şeyin emanet edilmesiyle sorumluluk alma teması vardır öte yandan, bilhassa fantastik edebiyat sahasında. Böylece somutlaştırarak ya da metaforlarla, fark etmeksizin, paranındeğerini sorumluluk üzerinden aktarmak daha doğru olan sanki.

 

Aklımda paraya dair muazzam bir sahne yok ama bütün bu sorulara yanıt ararken kendim parayı çocuk kitaplarında nasıl kullandığıma ilişkin düşündüm ister istemez. Mesela bir kısa öyküde, etik bir tartışma çerçevesinde konu ediyorum parayı: Çocuklar bir başkasının parasını harcamanın sonuçlarına odaklanarak kendilerine ait olmayan bir parayı almanın doğruluğu/yanlışlığı üzerine düşünüyorlar. Yukarında belirttiğim gibi, paradan ziyade mülkiyet ve bir şeyin sahibi olma ekseninde konuya bakmak  en anlamlısı gibi. Böylece ekonomik sisteme eleştirel bir bakışla bakma olanağı söz konusu olacak çünkü. Ekonomik sistemde çocuğun yeri düşünüldüğünde parayı konuşulamaz kılmak ya da hazine gibi uzak, erişilmez bir şeye dönüştürmek yerine çocuğun sahip oldukları/olmadıkları odağında “sahiplik” anlatıları sunulmalı. Evrenin “sahibi” olan, dünyayı “ele geçiren” kötüler yerine dünyada bir şeylere sahip olan olağan insanların o şeylere nasıl sahip olduğunun hikâyesini anlatmalı belki. Güncel ve yeni bir başlangıç olarak.