Mizah, alışıldık kalıplara sıkışmadığı sürece kişiyi her daim bir adım ileri taşır. Sorgulatır, eleştirtir, yüzleştirir.
Çocuk Yazını “Çocuk edebiyatındaki yeri ve çocuk ile ilişkisi” bağlamında yeni dosya üst başlığını “mizah” olarak belirledi. Çocuk edebiyatındaki gülmecenin varlığı okuru eğlendirdiği, eleştirdiği noktada düşünmeye sevk ettiği ve aynı zamanda hedef kitlesi için birleştirici bir güç olduğu aşikâr. Bu noktadan hareketle siz çocuklar için üretilmiş çizgi roman ve karikatürlerdeki mizahı nasıl yorumlarsınız?
Bana göre mizah “bulunmaması gereken yerde bulunanı görme becerisidir”. Bu beceri kişinin dikkatinin, yorumlama düzeyinin, analitik düşünme oranının tespit edilmesini sağlar. Ancak elbette mizah bir kodlamalar bütünüdür, mizahı ortaya koyanla alıcısı arasında ortak bir bilgi, kültür ve farkındalık birlikteliğine ihtiyaç duyar. Ek olarak geniş bir art alan bilgisine de. Bunların olmaması durumunda ortada mizah kalmaz. Kişisel beğeni düzeyi veya hayata bakışla değerler sistemindeki farklılıklar da mizahın algılanma biçimini etkiler.
Çocuklar için üretilen karikatür ve çizgi romanlarda tıpkı edebiyatta olduğu üzere yaşa uygunlukla kişiye uygunluk noktasında sıkıntı olduğunu gözlemliyorum. Ama daha önemlisi çocuğu her konuda “mizaha boğma” eğilimiyle “gülerken düşün” baskısına şahit oluyorum.
Mizah nedendir bilinmez, çocuğun tek anlama aracıymış gibi görülmeye başlanmış. Tıpkı yetişkin çizgi romanımızda olduğu gibi mizah alanında sıkışma ve boğulma görülüyor. Bilim, serüven, eleştiri, sorgulama gibi ciddi konular acısız bir dünyanın yapaylığında ortaya konuyor. Çocuk birey mücadele bekleyen dünyaya hep mutlu sonla ulaşacağı zannıyla hazırlanıyor.
Öte yandan mizah “caricare” (saldırmak) fiilinden türemişken çocuklar için üretilen eserlerde içi boşaltılan bir tür olarak çıkıyor karşımıza. Aziz Nesin’in deyimiyle içi boş “gıdıklayarak güldürme” eylemine, sululuğa tanık oluyoruz. Çocuk karikatürünün acil bir şekilde çocuğa görelilikle çocuk gerçekliğine odaklanması, sorunlarına eğilmesi, çocuğu sorgulayan ve eleştiren, hak arayan bireye dönüştürme görevini keşfetmesi gerektiğine inanıyorum.
Çizgi romanın ilerlediği yol da aşağı yukarı budur. Ancak sunduğu serüven kurgulu içeriklerle kalıp içinde sıkışma sorunundan kurtulmaktadır. Üstelik çeviriyle gelen çizgi romanların çoğunda bizde üretilenlerin hemen hepsinden farklı olarak editörle çalışıldığından bazı aşamalardan geçilmektedir. Bunlarda eserlerin hem yazılı hem görsel metni üzerinden çocuğun diline, yaşına, cinsiyetine, kültür ve bilgi seviyesine uygunluk değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu nedenle bu yabancı çizgi romanlar daha çok ilgi çekmekte, ayrıca başarılı olmaktadırlar.
Öte yandan her iki sanat dalı da sürekli şaşırtma ve güldürme gayreti baskınken eleştiriyle sorgulama çoğunlukla gündelik hayatımızı görmezden gelen bir anlayışla iklim, havanlar, doğa gibi kavramlar çevresinde öbekleşmiştir. Bir de üstüne çocuğu düşünemeyen kişi gibi görerek “Gülüyorsun, düşün!” baskısı eklenmiştir.
Geleneksel mizah figürlerimizi akla getirdiğimizde Selçuklu Devleti zamanına uzanan Keloğlan, Nasrettin Hoca ve Deli Dumrul hikâyelerinin çocuk okurların arasında yaygın bir şekilde dolaşımda olduğunu görüyoruz. Bu kahramanlara ek olarak Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’nün karakterlerinin hikâyeleri de hâlen revaçta. Son dönem çocuk edebiyatında ise giderek artan bir mizah yoğunluğu söz konusu. Sizce bunun sebepleri nelerdir?
Mizahın saldırgan biri doğası olduğu gerçeğinden yola çıkarsak yukarıda saydığınız geleneksel örneklerin içeriğinin sorgulanması gerektiğini düşündüğümü fark ettim: Bu örnekler neyi temsil ediyor, kime neyi anlatmaya çabalıyor ve en önemlisi felsefesi çocuğa doğru aktarılıyor mu, aktarılmalı mı?
Keloğlan kimdir? Ufak bir köylü delikanlıdır. Okul yüzü görmemiştir. Öğretimi yoktur. Kitap okumamıştır. Yoksuldur. Ama hırslıdır, kurnazdır, pratik zekâlıdır ve yükselme (zengin olma) hırsı vardır. Tipik bir Anadolu insanıdır. Özel, güzel, samimi ve içtendir ancak Anadolu bilgeliği gibi hamasi kavramlarla doldurulan bir felsefenin temsilcisidir. Akıllı bilim insanlarını, alanında uzman stratejist vezirlerini, hekimleri, araştırmacıları, okul görmüş asilleri alt eder her daim. Padişahın eşiti olmaya gayret eder ve nedense hep ödül olarak ortaya atılan “kadın” figürüyle evlenerek sınıf atlar ve yine nasıl oluyorsa âlimlerden eğitim alan zarif, ince zevklere aşina, sanata, estetiğe yabancı olmayan zevcesiyle mutlu bir ömür sürer. Keloğlan’ın geleneksel masallarının tamamında kalıp bu iken günümüz bilgi çağı çocuklarına sunulmasının sorgulanması şarttır. Elbette değişiklikler yapılabilir ve gündeme uygun yorumlanabilir bir tipleme. Ancak buralarda kökeninden kopup kopmadığına bakmamız zorunluluktur.
Nasrettin Hoca ise felsefesi anlatılmayan bir deha olarak çıkar karşımıza. “Kazan doğurdu, parayı veren düdüğü çalar” gibi beşi geçmeyen fıkrasının dışındakiler açıklanmaya muhtaçken açıklanmamaktadır. Özünde Hoca Nasrettin, Keloğlan gibi tiplemelerle sorun yaşamakta, onlara haddini bildirmektedir. “Dünyanın merkezi nerededir?” sorusuna “Burasıdır, inanmazsan ölç.” demesi de “Eşeğin kuyruğundaki kıl sayısı sakalımdaki kadardır inanmazsan say!” demesi de aynı sebepledir. Hoca Nasredttn analitik düşünme tembelliği yaşayan veya alenen ortada olanı anlamaya çalışmak için düşünmekten imtina edenlerle mücadele etmektedir. Ayrıca da alenen ortada olan gerçeği görüp dile getirince akıllı olduğunu sananlarla mücadele etmektedir. Yani aptal olduğundan değil ağırlığını verip hızlı kesmek için dala oturmuştur, ayranı ekşidiği için suya dökmektedir, evden topallayarak çıktığını gören ama geceki gürültüyü soran komşusuna kaftanının düştüğünü, ama içinde de kendisinin olduğunu bu yüzden söylemektedir. Nasrettin Hoca okullarımızda çocuklarımıza felsefesi anlatılmadan mizah diye okutulan muhteşem bir zaman kaybına dönüşmüştür. Edebiyatımız da aynı hatayı tekrar etmektedir.
Öte yandan edebiyatımızda mizah ve çocuk noktasına dönersek eklemek isterim, bana göre yazarlarımız tepki almaktan korkmaktadır. Örneğin; çocuk dedektifli eserler konuyor ortaya ama yabancı örneklerinde olduğu gibi çocuklar gece gündüz ortadan kaybolup dağlara tepelere ara sokaklara girmiyor, suçlular hakkında yeteneklerine uygun görevler alarak istihbarat toplamıyorlar. Ancak ve ancak anne-babalarından izin alabildikleri nispette büyüklerinden yardım alarak başarılı olabiliyorlar. Akıl, düşünme, cesaret hep izinle, gözetimle. Mizahta da durumun aynı olduğunu düşünüyorum. Asıl olması gerekenlerin etrafından dolanarak herkese şirin görünme kaygısı ağır basıyor.
Türk çocuk edebiyatında güçlü ve güldüren karakterler üretilebiliyor mu?
Bu sorunun yanıtı “çok satanlarda” yatıyor. Yetişkinlerde çok satan daha çok reklam üzerinden gelen koşullanmayla oluşurken çocukta beğeniye göre belirleniyor. Hiç gördük mü? Görmedik. Soruya “yok” deyip geçemeyiz ama rahatlıkla “güçlü yok” diyebiliriz.
Çocukların genellikle gülmeyi ve eğlenmeyi sevdiğini biliriz. Üretilen çocuk kitaplarında mizahın okunurluğu arttırdığından bahsedebilir miyiz?
Baştan başlayalım:
Mizah, “bulunmaması gereken yerde bulunanı görme becerisidir”.
Mizah, üretenle alıcısının arasındaki ortak bilgi alt yapısıyla ortak kodlama sonucu ortaya çıkar.
Mizah, saldırgan bir uçarılığa sahiptir.
Mizah, alışıldık kalıplara sıkışmadığı sürece kişiyi her daim bir adım ileri taşır. Sorgulatır, eleştirtir, yüzleştirir.
Dav Pilkey’in 13 kitaplık “Kaptan Düşükdon” dizisi tüm bu kalıpları barındıran ve gördüğüm kadarıyla öğrencilerin okul kütüphanelerinde parçalanana kadar okuduğu eserleridir. Bir okul kütüphanesinde iki yılda tüm setin 15 kez yenilendiğini duydum örneğin.
“Kaptan Düşükdon” içinde çizgi roman, edebiyat, çizgi film gibi unsurları bir arada barındırıyor ve kurallara uymayan sanatçı ruhlu yaratıcı çocuk figürleri üzerinden eğlenceli serüvenler sunuyor. Ayrıca bunu yaparken de altında sadece iç çamaşırı, sırtında perde olduğu hâlde etrafta zıplayan kel, göbekli okul müdürüyle öğretmenleri alaya alıyor. Öte yandan süper kahraman ekolünün temel kıyafet (tayt üstüne don) ve kurgu unsurlarını kullanan dizide çocukların aşina olduğu bir başka sanat kalıbının da hicvedildiği bir başka gerçektir. Bunları okuyan bir tek öğrencinin bile taşkınlık yapmadığını göz önüne alırsak mizahın saldırganlığının zarar verici örnek oluşturmadığını, çocukların kurguyla gerçeği ayırt ederken sağduyuyu elden bırakmadığını görmüş oluyoruz. Yetişkinler dünyasının karmaşıklığı ve çocuğa sunduğu ikilemlerin çocukta yaşattığı kaoslar bu dizide sıklıkla vurgulanır ve sorgulanır.
Okuduğunuz en komik çizgi romanı bizimle paylaşır mısınız? Bu kitapla ilgili hangi anlar zihninizde daha çok yer etti?
Benim “Kaptan Düşükdon” serisinden aklımda evlatları bebekken çiş ve kaka yaptıklarında mutluluğa boğulan yetişkinlerin çocukları büyüyüp bunları şakalarında kullandıklarında ‘ayıp’ diyerek karşı çıkışlarının yarattığı kafa karışıklığını dile getirmesi kaldı. Sululuğa boğulan bir yaşantının bir süre sonra gerçeklikle örtüşmemesi durumu ve mizahın yapay dünyasıyla gerçek dünyanın çatışması… En tepede dikkat çektiğim sorun…
Özetle, bizim fazlaca yetişkin kibri barındıran, kof hassasiyet içeren, çocuğu hor gören, çocuğu kendi başına düşünemez sanan, uyduruk pedagoji okumalarına yaslanan, içi boş tepkileri dikkate almayan cesur eserlere ihtiyacımız bulunmaktadır. Demem o ki mizahın gerçek doğası ve saldırganlığı da bunun büyük bir parçasıdır.