Soruşturma

Gülbahar Pay

"Yaratıcı yetişkin hayatta kalmış bir çocuktur." Sanatın yaratıcılık ve hayal gücünün ifadesi olduğunu düşündüğümüzde çocuklukla kurulan bu ilişki bana çok anlamlı geliyor.

Soruşturmayı Gerçekleştiren: Meryem Selva İnce

 

Çocuk edebiyatını sanatsal bir tür olarak düşünmek bize nasıl bir pencere açar?

Sanat, insana dokunan, en genel ifadeyle tesiri kuvvetli bir olgu olarak karşımıza çıkar. Sanatın sağaltıcı, dönüştürücü gücünü düşündüğümüzde çocuk edebiyatının da bu etkisinden bahsedebiliriz. Bu soru aklıma Einfühlung teorisini getirdi. Bu teoriye göre sanat eserine aktif katılım söz konusudur. Kurulan duygusal özdeşlikle birlikte eserle hemhal olunması; şahitlikten öte bir estetik dönüşümü, nesnenin içeriden kavranılmasını beraberinde getirir. Neticede çocuk edebiyatı eserlerinde anlatılan hikayelerde de kahramanın dönüşümüne şahitlik ederiz. Bu şahitliklerin içimizdeki pek çok noktaya temas ettiğini ve bizleri, düşünme ve değerlendirme biçimimizi dönüştürdüğünü düşünüyorum.

En yalın ifadeyle çocuk edebiyatı, çocukluktan ve çocuk bakışından besleniyor. Yaratıcılığımızın ve hayal gücümüzün daha uçsuz bucaksız olduğu zamanlardan...

Bu noktada da Ursula K. Le Guin’in çok sevdiğim bir sözünü hatırlıyorum. "Yaratıcı yetişkin hayatta kalmış bir çocuktur." Sanatın yaratıcılık ve hayal gücünün ifadesi olduğunu düşündüğümüzde çocuklukla kurulan bu ilişki bana çok anlamlı geliyor.

 

Yaratıcı drama, dans ve tiyatronun edebiyatla kesişimi özelinde neler söylemek isterseniz? Çocuk okur ve izleyici sanatı nasıl alımlar?

Ben çocuk edebiyatı eserlerinden yola çıkarak yaratıcı drama atölyeleri kurguluyorum. Kurguladığım atölyelerle hem yetişkinlerle hem de çocuklarla buluşuyorum. Nitelikli kurgusal metinlerin yaratıcı drama yöntemiyle katılımcıyla buluşmasının katılımcılarda çok ayrı bir pencere açtığına defalarca şahitlik ettim.  Bu noktada edebiyat hem drama süreçlerinde beslendiğim bir şey oldu hem de yaratıcı drama yöntemiyle eserle daha derin bir ilişki kurabildiğimi düşünüyorum. Bu, karşılıklı bir dinamiği beraberinde getiriyor diyebilirim.

Dansı ve tiyatroyu da bir anlatı olarak ele aldığımızda aslında nitelikli bir edebiyat eserinden beslenerek, yola çıkarak veya doğrudan onu anlatan bir performansın da farkını belli ettiğini düşünüyorum.  Günün sonunda aynı hikâyeleri anlatıyoruz belki ama hikâyeyi nasıl anlattığımız, hem içerik hem biçim olarak neyi farklı söylediğimiz önemli bir nokta.

Çocuk okur ve izleyicinin sanatı nasıl alımladığına dair genelgeçer tek bir şey söylemek mümkün değil gibi. Benim böyle sorularda aklıma başka bir soru geliyor: "Hangi çocuk?’’ Yekpare bir çocuk tanımından mı yola çıkıyoruz? Maaelesef her çocuğun yaşam olanakları, kaynaklara erişimi eşit değil. Ayrıca bana kalırsa ekonomi her şeyde olduğu gibi burada da belirleyici bir nokta. Daha önce hiç tiyatro seyretmemiş bir çocuğun bir oyunu alımlamasıyla neredeyse her hafta farklı etkinliklere katılım sağlayan bir çocuğun alımlaması arasında ciddi bir fark oluyor. Estetik algının gelişiminin, estetik olana maruz kalmanın artmasıyla bir ilgisinin olduğunu düşünüyorum. Bir sanat eseriyle karşılaşmanın getirdiği duygusal özdeşlik hali, düşünme ve değerlendirme biçiminin gelişmesi gibi durumlar, yetişkinde olduğu gibi çocukta da kendisini zamanla daha belirgin bir şekilde gösteriyor. Elbette bu noktada çocukların gelişim özellikleri ve buna bağlı olarak ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Fakat her şeyin ötesinde, naçizane düşüncem olarak diyebilirim ki eğer üretilen sanat çocuk bakışına yakınsa çocuk kendisine benzer, tanıdık bir şeyi alımlar. Yakınlık hissinin getirdiği bir güven vardır. İşte bu zeminde sanat, ilişki kurabildiği bir şey olur.

 

Türkiye’de telif ya da çeviri olarak çocuk yazınına baktığımızda “sanat”, “çocuklar için sanat”, “çocuk sanatçılar” ve “sanatçıların çocukluğu” gibi bazı alt başlıklar dikkatimizi çekiyor. Siz bu ayrımları okurlarımız için nasıl tanımlarsınız?

Çocuklar için sanatın çocuk gerçekliğine uyan, yalın bir ifadenin ürünü olmasının genel ifadeyle sanattan ayrılan nokta olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa her sanatçı çocukluğundan beslenir. Ürettiği şey çocuklukla ilgili olmasa dahi, çocukluk bir anayurt gibi dönüp dolaşıp geleceği, o oyun zeminini tekrar kurup yaşamı anlamaya çalışacağı kadim topraklardır. Bunu söylerken çocukluğu bir cennet bahçesi olarak tanımlamadığımı belirtmek isterim. İhmal ya da istismar edilmiş bir çocukluk için de bu geçerlidir. Dünyayı alımlama şeklimizin temellerinin atıldığı bir dönem olarak çocukluk, onu nasıl deneyimlediğimize göre yaşamın pek çok kısmında belirleyici olabiliyor. Çocukluğu yaşatmaya direttiğimiz, bağ kurmaya gayret ettiğimiz ölçüde içimizdeki sanatçıya yaklaşabileceğimize inanıyorum. 

Çocuk sanatçılara gelince, ben zaten her çocuğun bir sanatçı olduğuna inanıyorum.

 

Sazlambaç grubunuzu düşünürsek çocuklarda sanat öğrenimi, estetik bakış ve beğenisi kazandırılmasında çocuk şarkılarının işlevi sizce nedir?

Müziğin evrensel niteliğine atıf yaparak söze başlasam çok klasik bir giriş yapmış olur muyum? Müzik, dil fark etmeksizin sizi içine alan, bağ kurduğumuz bir zemin sunuyor.

Biz Sazlambaç olarak, çocuklar bu coğrafyanın enstrümanlarının tınılarını da duysun niyetiyle şarkılarımızda ud, lavta, cura, erbane, setar, panduri, cümbüş gibi enstrümanlara yer veriyoruz. Bunu yaparken çocukların kültürel müzik hafızasının gelişimine katkı sağlamayı umuyoruz. Çocuk belki daha daha önce görmediği, duymadığı bir enstrümanla karşılaşma yaşamış oluyor. Bu estetik bakış ve beğeninin de ötesinde bir yandan merak duygusunu da harekete geçirebilir. Merak duygusunun da pek çok şeyin çıkış noktası olduğunu zaten biliyoruz.

Çocuklar için yapılan üretimlerin bence en sık karşılaşılan sorun, çok bariz bir didaktizme yer verilmesi. Bir şey öğretme çabanız sanatsal üretimin önüne geçtiğinde alımlanan şey bir estetik zevkten ziyade bir öğreti, bir bilgi oluyor. Bu bana biraz sıkıcı geliyor açıkçası. Oysa estetikle yoğrulan, tabiri caizse göze sokulmayan üretimlerin etkisinin çok daha derin olduğunu düşünüyorum.

 

Siz aynı zamanda Çocuk Hakları Festivali’nin koordinatörlerindensiniz. Sadece estetik bir ürün olarak değil aynı zamanda sosyal bir ileti olarak da sanatı değerlendirirsek dezavantajlı gruplar, toplumsal travmalar ve doğal afetler gibi zor meselelerde sanatın ve sanatçının yüklendiği rolü ve sanatın çocuklarla olan çalışmalardaki sağaltıcı gücünü nasıl değerlendirirsiniz?

Festivalin hayalini kurduğumda odak noktalarımdan biri, festivalin sanat zemininde olmasıydı. Elbette odağımızda çocuk haklarını görünür ve bilinir yapmak vardı. Fakat bunu yaparken etki alanını artırmanın sanatla mümkün olacağına inandım. Sanatın iyileştirici gücü ve sağaltıcı tarafı yadsınamaz. Sanatın duygularla birlikte duyulara hitap etmesinin de bu noktadaki rolünün çok büyük olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple hak temelli hizmet anlayışıyla yürüttüğüm çalışmaları sanatla entegre etmeyi önemsiyorum. Sanat, dışavurum için güvenli oyunsu bir alan yaratıyor.

Hassas, kırılgan gruplarla çalışırken sanatsal ifade alanları açmak, zor bir zeminde yumuşak bir kapı aralamak gibi geliyor bana.

 

Katılım ve katkınız için teşekkür ederiz.

 

Kıymetli çalışmalarınız için ben teşekkür ederim.