Dosya

Karanlıkta Görebiliyorum’da Çifte Kazanç: Empati ve Yüzleşme

İnsanın kendini diğer insanlara göre konumlandırdığını düşündüğümüz noktada, kendinden başkası ya da kendi gibi olanlardan başkası “ötekidir”.

Ayfer Gürdal Ünal, yüksek lisans tezi olan ve daha sonra kitaplaştırılan Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik (1969-2009) adlı eserinde, 1969-2009 yılları arasında engelli kahramanların temsil edildiği 40 anlatı saptar ve bu anlatılardaki engellilerin nasıl tasvir edildiğine, anlatı izleğinde nasıl konumlandırıldığına dair bir araştırma yürütür. Ünal’ın işaret ettiği üzere günümüz çocuk edebiyatında engelli öznelerin temsilinde hem nitelik hem nicelik bakımından artış olduğunu söylemek mümkündür. Görme engeli[1] özelinde 2000 sonrası yayımlanan Yasemin ve Ayçekirdeği, Şübidik ve Parmak Uçları adlı çocuk kitaplarından ilk bakışta söz edilebilir. Ben bu yazımda, Usturlab atölyesinin kurucularından müzisyen yazar Zeynep Handan Aydoğan’ın Karanlıkta Görebiliyorum adlı eserini merkeze alsam da, öncelikle Ayfer Gürdal Ünal’ın Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik (1969-2009) ve Edward W. Said’in Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışı adlı eserlerinden yola çıkarak toplumsal ve edebi olarak engelli öznelere yaklaşımın izini süreceğim.

 

Normalin Dışında: Toplumsal Ötekiyi Kurmak

İnsanın kendini diğer insanlara göre konumlandırdığını düşündüğümüz noktada, kendinden başkası ya da kendi gibi olanlardan başkası “ötekidir”. “Ben ve öteki” yüzyıllardır sıklıkla ırk, beden, cinsiyet, kültür ve din üzerinden tartışılmaktadır. Benzer inşalara sahip çoğunluk “normal”i oluşturur. “Normal”in dışında kalan –beden, ırk, cinsiyet, kültür ve din- her zaman “öteki” konumuna itilmiştir ve itilmektedir. Edward Said meşhur eseri Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışında’nda öteki olma durumu hakkında şöyle der: “Her çağ, her toplum kendi “Ötekiler”ini yeniden yaratır. Dolayısıyla, dural olmayan kendinin ya da “öteki”nin kimliği, tekrar tekrar elden geçirilen tarihsel, toplumsal, düşünsel, siyasal bir süreçtir; tüm toplumlarda bu süreç, kişiler ile kurumların katıldıkları bir çekilme olarak ortaya çıkar.” (346). Said’in de dediği gibi, makro olan kendini var sayabilmek adına, kendi gibi olmayanı, mikro olanı, “öteki” addeder. “Yeniden yaratım” ve “tekrar tekrar elden geçirilme” durumları ise toplumun devingenliğine işarettir. Her yeni bir dönemle, ideolojiyle veya gelişmeyle beraber bakış açıları ve güçler değişirken ötekinin konumu da değişkenlik gösterebilir. Örneğin, Ünal’ın eserinde dile getirdiği gibi, kırk yılda sadece kırk eserde engelli kişi anlatısı varken ve bu anlatı oldukça problemliyken yavaş yavaş yıpratıcı bakış açıları değişmekte ve engelli kişi anlatısı da yeniden yeniden kurulmaktadır.

Bir engelle doğan veya sonradan engele sahip olan özne veya özneler toplumun “öteki” tarafına, ideal olanı yakalayamamışların safına katılır. Bu itiliş hâkim ideolojinin tasarladığı ideale uzak olmanın cezasıdır. Bu duruma Nazi Almanyası örneği verilebilinir. Nazi biyo-politikasını âri oluşturma motivasyonundan almıştır ve hasta, engelli, Yahudi, hamile, çingene vb. ideal olmayana sahip olanlar öteki konumunda görülerek toplumdan izole olmaya zorlanmış ve bu durum öldürülmelerine kadar gitmiştir. Ancak Nazi Almanyası’ndaki ötekileştirmeden bahsedip bu durumu sadece o devire yakıştırmak da indirgemeci bir tutum olacaktır. Günümüzde Nazi Almanyası kadar sert yaklaşımlar olmasa da, engelli özne veya özneler sözel veya fiziksel zorbalıklara maruz kalmakta ve bu sebeplerden ötürü bir kısmı kendini toplumdan soyutlamaktadır. Bu durum “engelli” tanımını da yeniden düşünmeyi ve konumlandırmayı gerektirir.

 

Engel Modelleri: Kırılganlıklar, Tipler ve Tipiklikler

Ayfer Gürdal Ünal Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik (1969-2009) adlı eserinde “tıbbi” ve “sosyal” olarak iki farklı engelli modelinden bahseder. Kısaca değinmek gerekirse: Tıbbi modelde engelli olmak bir “sorun”dur ve “[b]u sorun yalnızca özürlüye aittir ve özürlüye ait bu sorun nedeniyle işlevsel kısıtlılıklar gelişir ya da psikolojik kayıplar yaşanırsa bu durum tedavi edilerek giderilmelidir.” (Ünal 24).[2] Sosyal modelde ise “özürlülük sorunu bir toplumsal sorun olarak ele alınır. Bu modelde normal olmayan bedenlerin toplumla kaynaşmasının sorumluluğu ya da Thomas Couser’in deyimiyle “yükü” topluma verilmiştir. Sosyal model uyarınca, özürlülük bedensel ya da fiziksel sakatlığı değil, bir toplumun organize oluş biçimi dolayısıyla ortaya çıkan engellenmişliği ifade eder.” (Ünal 25). Her engelli özne veya özneleri “aynı kefeye koymak” doğru olmayacağı için hem tıbbi hem de sosyal model eleştirmenler tarafından kusurlu bulunmaktadır (Ünal 27). Her iki modelde de engelli özne veya özneler sorun veya yüktür. İdeal olan beden bütünlüğünü sağlayamamış özneler toplumdan izole olmalı ya da bu “yükü” kamu bir şekilde uyum sürecine sokmalıdır.

Öte yandan engelli özneden veya öznelerden hem engeline hem de topluma “iyi uyum” sağlaması beklenir. Bu noktada Goffman’ın söyledikleri dikkat çekicidir: “Normallerce “iyi uyum” göstermiş olarak nitelenen damgalının aslında neşeyle ve farkında olmaksızın kendini normallerle aynı görmesi, ancak yine gönüllü olarak normalleri zorlayacak sosyal durumlardan da kendini uzak tutması beklenir.” (Aktaran Ünal 30). Bu noktada engel kime aittir sorusunun etrafında dönmek gerekiyor. Sorun veya engel özneye mi, topluma mı aittir? Yoksa eşit bir aitlik var mıdır?

Toplumun ötekisi konumunda olan engelli özne veya özneler edebi eserlerde sıklıkla olmasa da işlenmiştir. Fakat engelli öznelerin eserlerdeki konumu ve çizilen portresi son derece önemli ve eleştirel yaklaşılması gerekilen bir konum ve portredir. Bu doğrultuda “İlk çocukluk dönemi özel eğitim uzmanları Ellen Rubin ile Emily Watson” çocuk edebiyatında olmaması gereken sekiz engelli kalıbı kıstası oluşturmuşlardır (Aktaran Ünal 45). Bu kalıpları[3] saptamak edebiyatların bir gereğidir zira engelli özne veya öznelere karşı oluşan önyargı çocukluk döneminde başlamakta ve edebiyat eserleri önyargı sürecinin önemli bir noktasını oluşturmaktadır. Kısaca bu kalıp tiplerine değinmek gerekirse:

İlk kalıp tipi engellinin acıklı ve acınacak olarak temsil edildiği anlatılar oluşturur. […] Engellinin mağduriyet nesnesi olarak anlatıldığı anlatılarda ikinci kalıp tip engelli saptanır. […] Kalıp tiplerden üçüncüsünü engelli bireyin kötücül olarak çizildiği anlatılarda görürüz. […] Engelli karakterin atmosfer olarak kullanıldığı anlatılar dördüncü kalıp tipi oluşturur. […] Alay edilen nesne olarak sunulan engelli, beşinci kalıp tipi oluşturur. […] Rubin ile Watson altıncı kalıp tipi, kendisinin en büyük düşmanı olarak kendisine acıyan engelli olarak betimlemişlerdir. […] Yedinci kalıp tip, bir yük olarak temsil edilen engelli tipidir. […] Sekizinci kalıp tip tecrit edilmiş olarak sunulan engellidir.” (Aktaran Ünal 46-47)

Kalıplar doğrultusunda bakıldığında acınası, kötü, zavallı, sorun ve yük olan ötekileştirilmiş engelli anlatısı dikkat çekicidir. Çocuk edebiyatında bulunun bu yaklaşımlar engelsiz öznelerin önyargılı olmalarına ve ortopedik engelli öznelerin ise kendini bu kalıplarla özdeşleştirip psikolojik olarak zarar görmelerine sebep olabilir.

Çocuk edebiyatına konu olan her tür konu çocukların duygusal, duyusal, bilişsel ve sosyal gelişimi için ayrı bir önem arz eder. Çocuk edebiyatına engelli karakterler özelinde bakacak olursak, engelsiz okurların engelli özne veya özneleri belli kalıplara sokmadan anlatan anlatıları okuduklarında empati duygusu gelişim gösterebilir. Akran zorbalığına dâhil edilecek her türden zorbalığın da böylelikle yavaş yavaş önüne geçilebilir. Zira bu anlatılar arayıcılığıyla okuma pratiği geliştikçe “öteki”nin ne olup ne olmadığı bu noktada yeniden düşünülmeye açılacaktır. Ayrıca, engelsiz çocuk okurlar da ileride kendisinin ya da sevdiklerinin her an bir engele sahip olabileceği farkındalığı oluşmaya başladığında toplumsal iyileşmeler de yavaş yavaş gerçekleşecektir. Engelli olan özneler de engellilerin kötü kalıplara sokulmadan temsil edildiği anlatıları okuduklarında yalnız olmadıklarını, “öteki” olmadıklarını, bir suça, günaha, “kir”e bulaşmadıklarını fark edecektirler. Görünür olma, yok sayılmama dürtüsü de içlerinde yer bulacaktır.

 

Orhan, Leli ve Karanlıkta Öğrenme

Zeynep Handan Aydoğan tarafından yazılan ve Fatıma Zeynep Turan tarafından resimlenen Karanlıkta Görebiliyorum 2021 yılında Usturlab Eğitim tarafından yayımlanır. Kitabın künye sayfasından bir önceki sayfada “İçinin ışığıyla rengârenk yaşayan çocuklara” ithafı yer alır. Hikâye tanrısal anlatıcı tarafından anlatılır ve ilk sayfasında odak Leli adlı küçük bir kızdadır.  Okur Leli’nin kim olduğunu öğrenmeden önce karanlıktan korkmadan odasında meşgul olabildiğini öğrenir. Tam da bu noktada, anlatıcı flashback tekniği arayıcılığıyla okurunu geçmişe götürür. Okur anlar ki Leli’nin karanlıktan -anlatının şimdisinde- korkmamasının aslında geçmişten gelen bir sebebi vardır. O sebebi keşfetmeden önce anlatının seyrinde önce Leli’nin geçmişte karanlıktan korktuğu, ışık yanmayan odalara gitmekten çekindiği, tuvalete bu sebepten tek başına gidemediği ve çok üzüldüğü görülür. Fakat bir gün Leli okulun ilan panosunda bir müzik kampı afişi görür. Bu kampta “teyzeler ve çocuklar birlikte çalışarak kendi müzik aletlerini tasarlayacak[tır.]” (Aydoğan 8).

Leli ve teyzesi kampa katılırlar ve kampta “yedi teli olan ve çamaşır askılığına benzeyen bir [müzik] alet”i yaparlar (15). Hikâyenin bu kısmında Leli için tehlike çanları çalmaya başlar çünkü karanlık bastırmak üzeredir. Leli hemen kamptaki evine geçer ve uyur. Leli gece bir müzik aleti sesi duyar ve merakı korkusuna ağır basarak sesin geldiği yöne doğru gitmeye başlar. Kendisinden küçük olduğunu düşündüğü Orhan ile karşılaşır Leli ve sorar: “Hey! Ne yapıyorsun bu karanlıkta? Korkmuyor musun? […] Nasıl yapıyosun? Bu karanlıkta nasıl görüyorsun?” (18-19). Leli’nin bu sorusu aynı zamanda hikâyenin çözüm noktasıdır. Orhan Leli’ye: “Ellerimle ve kulaklarımla.” diye yanıt verir ve elini uzatır. Fakat Orhan ve Leli tokalaşmak için “ellerini birleştirmekte zorlanınca” Leli Orhan’ın görme engeli olduğunu anlar (Aydoğan 19). Leli Orhan’ı üzdüğünü düşünür, ondan özür diler ve ona görme engeli konusunda sorular sorar. Leli üstü kapalı bir şekilde kendi korktuğu dev örümceklerden Orhan’ın da korkup korkmadığını sorduğunda, Orhan: “Bildiğim hiçbir şeyden korkmam ben. Bilmek için de illa gözlerimle görmek zorunda değilim.” der (24). Leli empati yapmak ister ve Orhan’dan karanlıkta nasıl görebileceğine dair yardım etmesini ister. Orhan Leli’nin eline çevreden bazı parçalar verir ve bu parçaların ne olduğunu sorar. Daha sonra Orhan’ın yardımıyla uzaktaki seslerin ne kadar mesafeden geldiğini tahmin etmeye çalışır Leli. Böylelikle, Leli ve Orhan sabaha kadar karanlıkta beraber vakit geçirirler. Hikâyenin sonunda Leli evine döner ve ışığı yanmayan odalara ve tuvalete tek başına gitmekten korkmaz çünkü Leli, Orhanla tanıştıktan sonra kendine meydan okumayı seven bir kız olur.

Ünal’ın ve Said’in söyledikleri ışığında Karanlıkta Görebiliyorum eserini ele alacak olursak, Orhan görme engelli bir çocuktur ve ne ailesi ne de Leli tarafından dışlanmıştır. Anlatıcı öteki olarak konumlandırmaz Orhan’ı. Kendine güveni olan, sosyal, aktif ve söz hakkı olan, sesi duyulan biridir; zavallı, güçsüz, kirli, acınası, pasif ve kötücül olarak tasvir edilmez ve resmedilmez. Ayfer Gürdal Ünal sözü geçen eserinde, çocuk yazınlarındaki engelli karakterlere dair yapılan bir saptamayı şöyle aktarır: “Engelli karakterlere olayların akışını etkilemek konusunda çok ender rol verilir; aksine, öykülerde genellikle engelli karakterler engelsiz karakterlerin yardımseverliğine mazhar olan pasif alıcılar olarak sunulur.”(48). Karanlıkta Görebiliyorum’da ise Orhan aktif bir rolde ve ihtiyaç sahibi olmaktan çok sosyal biri olarak kampa gelen ve engelinden gocunmayan bir kişi olarak tasvir edilir. Leli Orhan’a acımaz, hatta Orhan’a öykünür. Bu noktada Ünal’ın andığı sekiz engelli kalıplarından hiçbirine ne kitabı ne de Orhan’ı dâhil etmek mümkün değildir. Fakat Orhan’ın iç dünyasını göremez okuyucu. Orhan kimdir, kaç yaşındadır, neler hisseder, neleri sever ya da sevmez; okuyucu bunları bilemez. Odakta Leli vardır ve Orhan Leli’nin korkusunu yenmesini sağlayan biridir. Bu noktada Ünal’ın aktardığı şu söylem de akla gelir: “Yazar, engelli karakterin genellikle anlatıcının bakış açısından ya da engelsiz karakterlerden birinin bakış açısından gösterildiğini belirtir ve vurgunun engelsiz karakterin/karakterlerin engelli karakter hakkındaki duygu ve düşüncelerinde olduğunu açıklar.” (47). Aydoğan’ın eserini bu söylem üzerinden okunulduğunda fark edilir ki tanrısal anlatıcı öncelikle Leli’yi odağına alır ve Orhan’ın söyledikleri Leli’nin soruları üzerinden şekillenir. Orhan, Leli’nin en büyük korkusunu yenmesine yardımcı olan esas karakter olsa da anlatıda öznelliği duyumsanmaz. Zira Leli’nin soruları ve anlatıcının birkaç yönlendirmesi dışında okur Leli kadar tanımaz Orhan’ı. 

Ayfer Gürdal Ünal sözü edilen çalışmasında ülkemizde eksik olan “engellilik konusunu işleyen iyi bir çocuk edebiyatı eserinin ölçütleri”ne de değinir (50). Böyle bir kıstas ve ölçü ülkemizde henüz yoktur. Fakat Ünal, Janice Young’ın doktora tezinde işlevsel bir ölçüte rastlar. Bu ölçüte göre “engelli karakterler içeren iyi edebî [eserler] iki amaca hizmet ede[r]”:

İlk olarak, kurgulanan engelli karakterin olumlu özellikleri olan bir birey olarak çizilmesi, eseri okuyan engelli çocukların karakterle özdeşleşebilmesini sağlar. İkinci olarak ise eseri okuyan engelsiz çocuklar da bir engellinin yaşamı konusunda duygudaşlık geliştirebilirler. Engelli bir karakteri konu alan kitaplarda engelli karakter çok boyutlu bir biçimde yansıtılmalı; duyguları, sabırsızlıkları, öfkeleri, kızgınlıkları, umutlarıyla karmaşık bir insan portresi ortaya çıkabilmelidir. Böylece engelli karakter tipleşmeden kurtulabilecektir. Engelli bir karakter, bir başka karakterin büyümesini, gelişmesini sağlayan ya da bir başka karakterin iyiliklerini anlatmak için kullanılan bir karakter olarak çizilmemelidir. (50)

Bu bağlamda esere yeniden döndüğümüzde, Karanlıkta Görebiliyorum’un ilk amaçla eyleme geçtiği görülür. İkinci maddeyle ise kısmen örtüşmektedir çünkü –yukarıda da bahsedildiği üzere- Orhan’ın iç dünyasına dair ipuçları okuyucuya verilmez.

Öte yandan esere görsel okumanın imkânlarıyla yaklaşmak da gereklidir. Eskiden farklı olarak artık günümüzde resimli kitaplarda resim öyküye eşlik eden konumda olmaktan çok, resim ve öykü el eledir. David Lewis bu durumu şöyle açıklar: “[R]esimli kitaplar, anlam yaratmak için sözcük ve resimlerin birbirine iplik gibi dikilmesini gerektiren aktif bir süreç meydana getirirler.” (Aktaran Lukens, Smith ve Coffel 49). Öyküye eşlik eden resim yerine artık çocukların dikkatini daha çok çekecek ve onu “oyun”a daha çok dâhil edecek yöntemler aranmaktadır. Örneğin öyküde geçmeyen olay, nesne ve kişi resme dâhil edilerek “ima” edilir ve okuyucunun öyküyle resmi ortaklaşa ele alması beklenir (49). Öyküde belirtilmeyeni resimle ima ederek göstermek aynı zamanda katmanlı bir yapıya da işaret eder: ”sözcüklerle anlatılan, resimlerle ima edilen ve ilk ikisinin birleşmesi sonucu ortaya çıkan” (49). Resim ve öykü ilişkisini Karanlıkta Görebiliyorum özelinde ele aldığımızda ise eserin ilk sayfalarındaki resimde, okuyucuya öykü yoluyla verilmeyen topolojik düğüm görülür (Aydoğan 5). Resimler dikkatli okumadığında gözden kaçabilecek olan bu küçük objenin resmedilmesinin nedenini öykü bittiğinde anlar okuyucu. Yazar son sayfada matematiksel farkındalık oluşturmak adına topolojik düğüm ve Möbius Şeridi ve İmkânsız Üçgen tanımlarını yapar. Ayrıca, eserde soft renklerin kullanıldığı ve kahramanların yumuşak hatlarla resmedildiği görülür. Gece sahnelerinde çocukları yormayan, korkutmayan tonlar, çizim ve yüz hatları tercih edilir.

Sonuç olarak, Karanlıkta Görebiliyorum, Usturlab’ın eğitim modeli göz önünde bulundurulduğunda, anlatıya eklemlenen Leli’nin korkusunu yendikten sonra karanlıkta atabilir hâle geldiği topolojik düğüm ve metin sonunda yer alan Möbius Şeridi ve İmkânsız Üçgen etkinlikleri aracılığıyla çocuk okurun sadece engelli özneyle empati kurabilmesini sağlayacak zeminde oluşturulmuş bir anlatı değil, aynı zamanda çocuk okurun matematiksel farkındalığına alan açan bir metindir şeklinde de okunabilir. Ancak bu yazıda Karanlıkta Görebiliyorum alışılagelmiş ve yanlış temsil olan engelli anlatısından uzak, empati duygusunun öne çıkarıldığı, müzik ve matematiğin paralel ilerlediği bir anlatı olarak tanımlanmıştır. Orhan’ın konumu görme engelli anlatısı itibariyle ayrıca önemli bir yerdedir.

 

Kaynakça

Aydoğan, Zeynep Handan. Karanlıkta Görebiliyorum. İstanbul: Usturlab, 2021

Lukens, J Rebecca, Smith, J Jacquelin ve Coffel, Miller Cynthia. Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış. İstanbul:

Erdem Yayınları, 2021

Said, Edward W. (2017). Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışı. İstanbul: Metis Yayınları

Ünal, Ayfer Gürdal. (2011). Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik (1969-2009). İstanbul: Evrensel Basım Yayın

 


[1] Sorun (merkezli/odaklı çocuk edebiyatı), engel ve engelli kelimeleri kullanıldığında, bu kelimelere karşı çıkan ve öznelerin aşağılandığını düşünen bakış açıları mevcut. Bu noktada sorun ve engel kavramlarından ne anladığımızı konuşmalıyız. Engel nedir, sorun nedir, engelli kime neden denir? Bu kavramları birçok disiplinle açıklayarak farklı sonuçlara ulaşmak mümkün. Kısaca düşüncemden ve yazımdaki niyetimden bahsetmek gerekirse: Engel ve sorun dediğimizde ilk akla gelenler bedensel veya zihinsel farklılıklar oluyor. Fakat göç, savaş, cinsel istismar, boşanma, ırkçılık gibi toplumsal olaylar da hem sorun hem de engeldir. Arabası olmayan çocuklu bir anne kısmen engelli değil midir? Çocuğunu sınır telleri üzerinden veya botlarla bir ülkeye sokmaya çalışıp ailesinin yaşaması için çaresizce savaşan baba da engelli değil midir? –li eki neden özneye ithaf edilir sadece? Toplumun payı yok mudur? Görme engelli bir çocuk yerine görme sorunu olan bir çocuk dediğimizde de bir farklılığa işaret ediyoruz. Sorun ve engelden birine iyi birine kötü demek toplumun alımlama pratiğine işaret eder. Parmak Uçları adlı eserde kör kelimesinin kötü bir şey olmadığına vurgu yapılır. İktidar bakış açısına, topluma göre özneye ve engel ile sorun kavramlarına bakış açıları değişmektedir. Bu noktada toplumsal engelin de farkına varmamız gerekiyor. Yazımda engelli kelimesini tercih ettim. Fakat bu kelimenin özneyi aşağılamak amaçlı değil, toplumsal engel bağlamında ele aldım. Bu noktada Çocuk Edebiyatında Eleştirel Bir Bakış adlı eserdeki "Çağdaş Kurgu" adlı bölümün alt başlıklarından biri olan "Sorun Merkezli Öyküler"in şöyle bir söylev yer alır: "Ana fikir ya da mesele genellikle ırk, cinsiyet, engel ya da sosyal konum ayrımcılıkları gibi sosyal adaletsizliklere ilişkindir." (Lukens, Smith ve Cliff 92). Bu söylevdeki "sosyal adaletsizlik" kavramı yazımdaki sorun, engel, engelli bakışımın özetidir. Tekrar soruyorum sorun veya engel özneye mi aittir yoksa topluma mı aittir? Bir kavramın tek bir anlamı olmadığını ve her toplumda ve bakış açısında yeniden şekillenebileceğini unutmamak gerekiyor. Ayrıca, “sorun odaklı/merkezli çocuk edebiyatı” yerine, “zor konular” ve “hassas konular” adlandırılması da yapılmaktadır. Bu iki kavramı da tartışmaya açmak gerekmektedir fakat yazımın konusu dahilinde değildir.

[2] Ayfer Gürdal Ünal sözü edilen kitabında: “[… A]lıntılardaki yazarların sözcük seçimine müdahale edilmeyecek, ancak incelememde resmî terminolojiye göre “özürlü” olarak nitelenen karakterler için engelli terimi tercih edilecektir.” (21) der. Ben de bu doğrultuda giderek, alıntılardaki sözcük seçimlerine müdahale etmedim.

[3] Her edebiyat kendi içerisinde farklı kalıplar oluşturabilir ve oluşturmalıdır. Oluşturulan engelli kalıplarına göre eserler ele alınmalıdır. (Fakat oluşturulan kalıplar da dönemsel olarak aynı edebiyat içerisinde bile farklılaşacaktır.)